Back to Top
 
 
 
 

“Düşünceye, ülküye, ideale dayanmayan aksiyon, beyinsiz hareket, dümensiz gemi gibidir…

Türk milliyetçiliği yolu Ziya Gökalp Bey’den kuvvetini alan bir yoldur.

Elbet yaşadığımız günler yeni şartlar getirmiştir.

Bu yeni şartlara göre prensiplerde bir takım tadiller yapılacaktır.

Ama ana temel değişmemiştir.

Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak bu gün de değerini muhafaza eden temellerdir”.

Alparslan Türkeş(Devlet, 4 Kasım 1974)

1929 Dünya Bunalımı ile II. Dünya Savaşı arasındaki dönemde dünya siyasi hayatında tek partili yönetimler ortaya çıkmıştır. Türkiye de kendi şartları içinde bu oluşumu yaşamıştır. Özellikle 1927 yılında biten muhalefetin tasfiyesi ve daha sonra Serbest Fırka Olayı Türkiye’de de tek partili yönetimi adeta kaçınılmaz bir biçimde gündeme getirmiştir. 1937 yılında yapılan anayasa değişikliği ile parti-devlet özdeşliği resmen kabul edilmiştir. Mevcut tek partinin programındaki umdelerin anayasaya konması, tek parti yönetimine ilişkin örgüt yapısının devletin bürokratik örgüt yapısı içinde eritilmesi bu hareketin göze çarpan sonuçlarından birkaçıdır .

II. Dünya Savaşı’na girerken tek parti olarak merkezi otoriteyi temsil eden Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), İsmet İnönü’nün çevresinde bütünleşmiş bir geniş cephe manzarası arz ediyordu. CHP’nin devletçi bir düşünce, görüş ve anlayış açısından hareket etmesi nedeniyle memlekette ekonomi ve ticaret alanındaki dar boğaz milli ekonominin serbest işlemesine, rahat teneffüs etmesine imkan bırakmadı. Özellikle II. Dünya Savaşı süresinde çok gelişmiş olan özel teşebbüs, bürokratik daralma ve sıkışmalardan çok şikayetçi idi. CHP hükumetleri, milli ekonominin bu yeni gelişme yönünü idrak edemedi. Bu durum millî ekonomide büyük rol oynayan özel teşebbüse serbest hareket imkanı tanımadı. Dolayısıyla devlet-parti anlayışı, hayat standardını yükseltme bakımından hemen hemen hiçbir şey yapmadı. Halkın ekonomik ve sosyal alandaki sıkıntılarına cevap verecek tedbirler almadı.

II. Dünya Savaş’ından sonra Almanya ve İtalya’daki totaliter rejimlerin yıkılması üzerine batı ülkeleri, insan hak ve hürriyetlerini tanıyan gerçek demokrasinin kurulması ve yerleşmesi yolunda el birliği yaptılar.

Çok partili rejimi, hürriyetin teminatı olarak kabul eden demokrasilerin Birleşmiş Milletler Camiasını kurmak üzere çalıştıkları sırada demokrasinin galip gelmesinden etkilenen Türkiye’de, halkın siyasi haklarını istemesi ve bu isteğin belirmeye başlaması ile çok partili rejime geçiş için elverişli bir ortam doğdu.

Aslında Cumhuriyet Döneminde o zamana kadar özgür ve demokratik gelişmenin tüm şartları da olgunlaşmıştı. Cumhuriyetin başından beri Türkiye’nin siyasi idaresini tek başına elinde bulunduran CHP, halkın isteklerini kabul etmek ve yerine getirmek zorunda kaldı.

Yıllar süren tek parti yönetiminden sonra 1946 yılında Türk siyasi hayatında çok partili rejime geçiş hareketleri başladı. Bu konuda ilk girişim Nuri Demirağ’ın 18 Temmuz 1945 tarihinde Millî Kalkınma Partisi’ni kurması ile gerçekleşmiş; arkasından 13 Eylül 1945’te İhsan Temel veren, Sosyal Adalet Partisini hayata geçirmiştir. Bu iki parti İnönü tarafından ciddî anlamda bir muhalefet hareketi olarak görülmemiştir.

Ancak, 1945 yılında CHP’de bütçe tartışmaları sonucunda Dörtlü Takrir’i sunarak partiden ihraç ve istifa şekliyle ayrılan Celâl Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Emin Sazak 7 Ocak 1946’da Demokrat Partiyi kurdular. Bu partinin kuruluşu, sözünü ettiğimiz demokratikleşme süreci içinde önemli bir çıkış olarak kabul edilmiştir.

Demokrat Partinin ilk idare kurulu; Celal Bayar başkan olmak üzere; Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes’ten meydana gelmekteydi. Parti programında ilke olarak demokrasi ve liberalizm benimsendi. Liberalizm, toplumsal açıdan savunuluyordu.

Özel girişimcilik, ülke kalkınmasının tarıma dayanacağı yaklaşımı şeklindeydi. Devletçi sistemle endüstrileşerek kalkınma politikası uygulayan ve bu yönden tarımı ihmal eden CHP yönetimine karşı DP, kent ve kır burjuvasının çıkışı oldu.

 Demokrat Parti, kuruluşundan itibaren geniş kitlelerce çabucak benimsenip, 1946 seçimlerinde büyük oranda desteklendi. 1950 seçimlerini kazanarak Türkiye’de ilk kez seçim yoluyla iktidarı değiştiren parti oldu.

 1945 yılından itibaren başlayan çok partili hayata geçişte, Türkiye’de çeşitli partiler kurulmuş, parlâmenter rejimin benimsenmesi ve tatbiki hususunda önemli sayılabilecek mesafeler alınmaya başlanmıştı. Bu süreçte daha sonra ortaya çıkan partiler arasında Milliyetçi Hareket Partisi(MHP)’nin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bilindiği gibi MHP, daha önce kurulmuş olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nde(CKMP) 1964 tarihinde başlayan yapısal değişikliklerin bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. 1964 yılında Alparslan Türkeş’in bu partiye girişiyle başlayan gelişmeye yönelik değişimler 1969 yılında MHP’nin doğuşunu zorunlu hâle getirmiştir.

MHP’nin siyasî seyrini ele almadan önce, öncelikle CKMP’ nin tarihini ve partileşme sürecini izah etmek konunun anlaşılması bakımından daha faydalı olacaktır.

Millet Partisi

DP’nin ilk büyük kurultayı, birinci kuruluş yıldönümüne rastlayan  7 Ocak 1947’de toplandı. Kurultay sonunda bir karar sureti niteliğinde olan “Hürriyet Misâkı” kabul edildi. Ancak bu misak, iktidar ve basının tekrar muhalefete saldırmasına vesile oldu. İktidar-muhalefet ilişkileri gerginleşti. 7 Hazirandan itibaren Bayar ile İnönü arasındaki iyi diyaloglara rağmen, hükûmetin başkanı sertlik politikasını terk etmekten yana değildi. Bunun üzerine İnönü, Peker’i feda etmeye karar verdi. Onun karşı çıkacağını bile bile ünlü “12 Temmuz Beyannamesi’ni yayımladı. Bu beyannamenin özü, partilerin Türk demokrasisinin vazgeçilmez unsurları olduğu şeklinde özetlenebilir. Böylece iktidar, muhalefetin varlığına tahammül etmeyi, onunla bir arada yaşamayı kabul ediyordu. Bu arada İnönü, cumhurbaşkanı olarak çıktığı bir geziye DP milletvekillerinden birinin de katılmasını  istedi. Nuri Özsan’ın katıldığı bu gezide İnönü, partiler arasındaki iyi ilişkilerin gerekliliğini hemen hemen her konuşmasında vurguladı. Gittiği yerlerde DP il merkezlerini de ziyaret etti. Böylece bir yılı aşkın bir mücadeleden sonra artık DP, iktidar tarafından tahammül edilen bir muhalefet olarak güçleniyordu. Kuşkusuz bu güçlenmelerin getirdiği bazı sakıncalar da vardı. DP’nin CHP ile yakınlaşmasını hazmedemeyenler DP içinde ayrı gruplar oluşturmaya başladılar. DP içerisinde bu yumuşamayı, güdümlü demokrasiye geçiş olarak niteleyen ve Bayar’ı suçlayan bir grup ortaya çıktı.

Müfritler olarak adlandırılan ve DP’ye cephe alan bu gruptan bazıları, Celâl Bayar’ın 12 Temmuz Beyannamesi için; “Bu beyanname partinin şahsiyet-i maneviyesine mal edilmiştir” iddiaları sonucunda partiden ayrılarak veya ihraç edilerek Müstakil Demokratlar Grubunu kurdular. Bu grup, daha sonra  Öz Demokratlar Partisi adıyla yeni bir siyasî teşekkül olarak ortaya çıktı. DP ile zıt düşen bu topluluk, DP’nin CHP ile danışıklı bir politika izlemesi ve Celâl Bayar’ı satılmışlıkla suçlamasından dolayı kurulmuştur. Ayrıca DP’nin, muhalefet partisi olarak görevini yerine getiremediği dolayısıyla yeterli derecede muhalefet  yapmadığı gibi gerekçeler yeni bir siyasî oluşumun sebepleri arasında gösterilebilir.

10 Mart 1948’de parti disiplinine aykırı hareket etmek suçuyla Sadık Aldoğan, Osman Nuri Köni, Mithat Sakaroğlu, Necati Erdem ve Kemal Silivrili haysiyet divanına verilmişlerdi. Bu olay DP içindeki bölünmenin başlangıcını belirler. Haysiyet divanında uzun tartışmalardan sonra 19 Mart 1948 tarihinde ilk defa olarak adı geçen milletvekilleri partiden ihraç edilmişlerdir. Bu kararın ertesi günü milletvekillerinden Hazım Bozca yapılan hareketi doğru bulmayarak Demokrat Parti’den istifa etti ve böylece partiden ayrılanların sayısı artmaya başladı.

Bu altı kişinin partiden ihracı meselesi tartışma konusu olarak devam ederken 24 Martta şu isimlerden oluşan yeni ihraçlar gerçekleşti: Yusuf Kemal Tengirşenk, Emin Sazak, Ahmet Oğuz, Hasan Dinçer, Enis Akaygen ve Ahmet Tahtakılıç.

Partinin en kuvvetli elemanları olan bu kişilerin ihracı hadisesi kamuoyunda hayretle karşılandı. Bu hususta bir açıklama yapan DP sözcüsü, son ihraç edilenlerin DP başkanlığına toplu olarak istifa mektubu verdiklerini, birtakım delilsiz ve mesnetsiz iddialarda bulunduklarını, bazı şartlar ileri sürdüklerini, arzularının mutlaka yerine getirilmesini istediklerini, böylece beraber çalışma imkânlarının ortadan kalktığını, bu sebeple de ihraç edildiklerini söylemiştir.

21 Nisan 1948 tarihinde DP içinde ikinci bir hareket baş göster-di. Bir kısım mebus, on bir arkadaşının partiden ihraçlarını tasvip etmemişler ve onları tekrar partiye almak için genel konseyi beklemeye, kurucular üzerinde baskı uygulamaya çalışmışlar, ancak bu hareket DP üzerinde istenilen baskıyı sağlayamamıştır. Bunun üzerine bu on mebus, parlâmentoda bir müstakil grup tesis etmiş ve parti ile fiilen alâkasını kesmişlerdi. Bütün bu hareketler DP içinde yeni bir partinin doğacağı havasını uyandırıyordu.

Gerçekte yeni bir parti kurulacağı haberleri 8 Temmuzda meyvelerini verdi. Ankara’dan dönen Kenan Öner’ in gazetecilere yapmış olduğu açıklamalar ile 20 Temmuz 1948’de Millet Partisi’nin resmen kurulduğu açıklandı. Mareşal Fevzi Çakmak başkanlığında, Ankara, Yenişehir Demirtepe, Sümer Sokak Numara 5’te, kurulan Millet Partisi(MP), DP’den tamamen farklı bir teşekkül olarak hem DP’ye, hem de CHP’ye karşı gerçek muhalefet cephesi olma iddialarıyla için mücadele verme gayreti içerisine girmiştir. Partinin kuruluşu vesilesi ile Genel Başkan Mareşal Fevzi Çakmak millete şu beyannameyi yayımladı.

“Sevgili Vatandaşlarım,

Cumhuriyet ordusundaki hizmetim esnasında siyasetle uğraşmamayı esas ittihaz etmiş ve yurdumuzun müdafaasını sağlayan ordumuzu da politikadan uzak bulundurmuştum. Bu suretle muvazzaf hizmetimi tamamladıktan sonra vaki tebligat üzerine emekliye ayrılmış ve evime çekilmiş idim. Bu arada Halk Partisi’nin milletvekili olmam için yaptıkları teklifi de kabul etmedim.

Ancak 1946 seçimlerinde vatandaşlarımdan aldığım binlerce imzalı davet ve teklif karşısında bağımsız olarak adaylığımı koymaya karar verdim.

21 Temmuz seçimlerinde zor ve hile ile seçimlere fesat karıştırıldı. Bu seçimlerden sonra geçen iki yıl içinde de bir değişiklik olmadı. Bugünkü gidiş vatanı uçurumlara sürüklüyor. Bugünkü muhalefet partileri iktidardan çekinmektedir.

Biz sağlam bir muhalefet partisi oluyoruz. Öyle bir muhalefet ki iktidarın tehditlerinden korkmasın! Biz, hakka ve millete dayanıyoruz”.

Millet Partisi’nin kurucuları ve idarecileri de şöyledir

Kurucular; Mareşal Fevzi Çakmak (İstanbul Milletvekili). Prof. Hikmet Bayur (Tarihçi-Gazeteci), Enis Akaygen (İstanbul Milletvekili)

1954’te tüzük dışı faaliyette bulunduğu gerekçesi ile kapatılan MP ile siyasetten çekildi.(Türkiye Ansiklopedisi(1923-1973), Cilt 3, s.1070.)>, Prof. Kenan Öner (Avukat), Dr. Mustafa Kentli, Osman Bölükbaşı (Çiftçi) , Osman Nuri Köni (İstanbul Milletvekili), General Sadık Akdoğan (Afyonkarahisar Milletvekili).

İlk Genel Yürütme Kurulu; Fahrî Başkan: Mareşal Fevzi Çakmak, Genel Başkan: Hikmet Bayur, Genel Başkan Vekili: Osman Nuri Köni, Genel Sekreter: Dr. Mustafa Kentli. Diğer Üyeler: Enver Kök, Suphi Batur, Yusuf Kemal Tengirşenk.

Sonradan iltihak edenler: Ahmet Tahtakılıç (Kütahya), Hasan Dinçer (Afyon), Ahmet Oğuz (Eskişehir), Şahin Lâçin (Afyon), Reşat Aydınlı (Denizli).

Partinin faaliyete geçmesi ile DP’nin yıkılacağı ve vatandaş ekseriyetinin MP’ yi destekleyeceği ümit edilmiş, fakat neticeler hiç de tahmin edildiği gibi olmamıştır. Basın, DP’nin yanında yer alırken, DP liderleri bu yeni partiye oldukça lâkayt davranmışlardır. MP ise DP’ li vatandaşları kendi tarafına çekmek için oldukça büyük çaba sarf etmiştir.

MP, gerek Halk Partisi’ne gerekse DP’ye şiddetle muhalefet etmiş, izlediği bu politikayla halk desteğini kazanmaya çalışmıştır. Liderleri arasında tanınmış ve ehliyetli kimseler bulunmasına rağmen MP, 1950’ye kadar halk tarafından umduğu desteği göremedi. Bunun sebebi partinin önemli meseleler üzerinde durmayarak HP’ nin ve DP’nin politikasını tenkit etmek yerine özellikle İnönü’ye saldırmış olmasında aramak lâzımdır. Ayrıca MP’ nin takip edeceği politika konusunda liderler arasında bile bir birliğin olmaması  bir diğer sebep olarak mütalâa edilebilir.

Millet Partisi ve Seçimler: Kuruluşunu takip eden aylar içinde, Millet Partisi, 1948 ara seçimi ile karşılaşmış ve DP-CHP arasında cereyan eden şiddetli mücadelenin içinde bir siyasî parti olarak varlığını korumaya çalışmıştır. Seçim kanununda kabul edilen tadilât, DP gibi MP’ yi de tatmin etmemiş, Parti Genel Yürütme Kurulu ara seçimlere girmeme kararı almış ve bu hususta beyanname de yayımlamıştır.

MP, seçim sistemi hususunda nispî temsil esasına taraf olmuş ve bu bakımdan CHP ile birlikte hareket edeceğini açıklamıştır .

1950 Genel Seçimleri öncesinde ise yeni seçim kanununu hazırlayacak olan ilmî heyetin çalışmalarına katılmayacağını bildirmiş olan MP, kanunun Meclisteki müzakerelerine iştirak etmiş ve mufassal bir programla yirmi iki ilden aday göstererek seçime girmiştir. Neticede yalnızca Kırşehir’den bir milletvekilliği kazanmış, fakat oy oranı ciddî ölçüde artmıştır. MP’ nin bu seçimlerde aldığı oy 250.414 olup çıkardığı milletvekili sayısı birdir . MP, 1951 ara seçimlerine katılmasına rağmen, ciddî anlamda bir başarı elde edememiştir.

Millet Partisi Kongreleri; I. KONGRE (1950) : Bu kongrede özellikle beş husus üzerinde durulmuştur :

1- MP’ nin Mahiyeti : MP, hakikî muhalefet partisidir. Şahsî idareyi yıkmak hususunda Birleşmiş Milletler ideali ile müttefiktir, körü körüne muhalefet yapan bir parti değildir. Türk milletinin tesellisi ve ümidi olan parti Atatürk inkılâplarına karşı cephe almamış, faaliyetleri onun inkılâpları bakımından bir kazançtır. MP bir yenilikler partisi olup, mürteci ve softalar partisi değildir. Şahsiyet ve kinle hareket etmez, programı ise en büyük kuvvettir.

2- DP ve CHP ile Mukayese: DP programı yeni bir devir açacak esaslardan uzaktır. CHP’nin tahakküm zihniyetini yıkmak isteyenler programına bakmadan onu desteklemişler ve ona katılmışlardır. Fakat  CHP’nin 12 Temmuz Beyannamesi’nden sonraki tutumu “her türlü tehlikeyi göze alarak girişilecek” yeni bir hareketi zarurî kılmıştır. İşte bu hareket MP’ yi doğurmuştur. Bir “Rahat muhalefet partisi” olmayan MP, muhalefetteki gevşemeyi önlemiş, 14 Mayıs Olayı’nı mümkün kılmıştır. CHP hükûmetlerine teşekkür etmek lâzımdır. Zira MP aleyhine açılan her türlü dava lehte sonuçlanmış ve partiyi kuvvetlendirmiştir. İktidardan uzaklaşan CHP idaresi “meşruiyeti münakaşa mevzuu olan bir Mecliste nev’i şahsına münhasır bir istibdat idaresi mahiyetini almıştı”.

3-14 Mayıs Hadisesi: Yirmi yedi senelik iktidarı değiştiren genel seçim bir anlamda “şeflik sisteminin tasfiyesidir”. MP’ nin “hürmetle selâmladığı” bu netice sayesinde tarihimizde hatta dünya tarihinde ilk defa fiilî bir diktatörlük halkın oy pusulalarıyla sona ermiş bulunmaktadır.

4- Anayasa Tadilâtı : DP programı bu hususta bir prensibe dayanmamaktadır. Anayasaya aykırı kanunlara karşı teminat teşkil edecek kazaî bir müessese yokluğu demokrasi için bir noksandır.

5- Basına Karşı Partinin Durumu : Bir delegenin basını itham etmesi hadisesi karşısında bu hareketin kongreye mal edilmesi muhtelif önergeler ve Genel İdare Kurulu Tebliği ile birleşmiş, basından özür dilenmesi kararlaştırılmıştır.

II. KONGRE (1951) : Şu noktalar üzerinde durulmuştur:

1- DP İktidarını Tenkit : DP yeni bir devir açmak taahhüt ve mes’uliyetini unutmuştur. Köy muhtarlığından devlet başkanlığına kadar iktidarın yeni bir kadro eline geçeceği telâkkisinin tesiri altındadır. Nüfus politikasına geniş çapta yer verilmiştir. Af kanunu ve devr-i sabık yaratmamak prensibi mes’uliyetleri örtmek hususunda siyasî bir hiledir.

2- MP’ nin Faaliyet ve Programı : Partinin programı ileride kurulacak hukukî nizamın taslağıdır. Tek milletvekili ve her türlü müşkülâta rağmen MP ciddî bir muhalefeti temsil etmektedir. Program 14 Mayıstan sonra daha önem kazanmıştır.

3- Partiler Arası Münasebetler : Demokratik rejimlere has olan bu durum 1946’dan beri Türkiye’de bir hikâye hâline dönüştürülmüştür. İktidar partisi ile iyi münasebet kurabilme zemini oluşturulmamıştır.

4- Dış Politika : Bu konudaki görüş ve düşünceler, Meclis ve kamuoyunun denetimi altında bulunmaktadır. MP bu duruma taraftardır.

III. KONGRE (1952) : Şu hususlar üzerinde durulmuştur:

MP ne geri  ne de ihtilâl metotları kullanan siyasî teşekküllerden biridir. MP tekâmülcüdür. Fakat partinin sağ ve sol ucunda bulunan az sayıda vatandaş bu prensibi yanlış tefsir etmektedir. Bu mesele heyecanlı hadise ve münakaşalar tevlit etmiştir.

Ankara’da toplanan bu üç kongrede genel başkanlar değişmiş ve sonuçta  sıra ile başkanlık Prof. Hikmet  Bayur, Dr. Mustafa Kentli ve Enis Akaygen’ e verilmiştir .

Millet Partisi Programı: Millet Partisi siyasî anlamda liberal görüşleri savunmasına karşılık kültürel konularda dinî ve muhafazakâr bir tutum izlemiştir. Kuruluş gayesi şöyle ifade edilmektedir:

Samimî ve güvenli bir seçim sonucunda ortaya çıkacak olan millî iradeyi hâkim kılmak için ve bu iradeyi insan haklarına uygun bir hükûmet tesisine ve bekasına çalışmaktır. İhtiyaca uymayan ferdin hak ve hürriyetini tehdit ve ilga eden kanunları tenkiden onların ıslâh ve tadiline çalışılmaktadır.  Millet Partisi programına göre devletin gayesi hürriyet, emniyet ve en zengin bir çeşitlilik içinde gelişmesi zarurî olan insan şahsiyetinin serbestçe oluşması ve gelişmesine engel olmamak, şahsî faaliyetleri halk için ve halkın onayı ile uzlaştırmak ve adaleti temin etmektir. Bu bakımdan fert haklarını cemiyet haklarından ayırarak onun aşağısında bir mahiyet taşımasına ve fertlerin kamu menfaati icabı olarak görecekleri zararın tazmin edilmemesine müsamaha edilemez

Kamu yararı karşısında bireysel çıkarları korumaya çalışan parti programı, yeni bir siyasal rejim olarak demokrasiyi, fert hak ve hürriyetlerini devamlı teminat altında tutan ve her biri birer hukuk devleti teşkil eden batı demokrasileri şeklinde anlamış ve bu yüzden “bir zümrenin, bir içtimaî sınıfın diktatörlüğünü araç edinen” doğu örneği demokrasiyi bozmuş ve totaliter bir rejim sayarak reddetmiştir.Buna bağlı olarak parti, anayasasının hakikî demokrasiye uymayan hükümlerini ve bilhassa CHP siyasî ilkelerini devletin ana vasıfları hâline sokan ikinci maddesinin kaldırılmasını istemiştir.

Yukarıda adı geçen ilkelerden “milliyetçilik” MP programında şu şekilde yer almaktadır:

Millet kavramının en önemli unsuru bir nev’i bir düşünce ve his birliğidir ki millî vicdanı oluşturur ve müşterek bir hayat ile gerçeğe inanışı içerir.

Bu nedenle parti; sosyal hayatta, itikatların, ahlâkın, geleneklerin, örf ve âdetlerin büyük hisselerini tanımakta ve bunların sık sık değiştirilmesi ve devlet nüfusu sahasının dışında kalması esasını kabul etmiş bulunmaktadır.

Lâiklik anlayışına gelince; parti din işlerinde devlet ile ayrılık esasını tercih etmekle beraber din müesseselerine ve millî an’anelere hürmetkâr bulunmaktadır. Din derslerinin ilk ve orta tedrisatta yer alması prensipleri arasında bulundurması da ilginçtir.

Parti herkesin vicdan ve itikat hürriyetini dilediği dilde, dilediği şekilde ibadet etme hakkını kutsal tanımakta ve Türkiye’de muhtelif din ve mezheplere mensup cemaatlerin dinî teşkilât vücuda getirmelerini tasvip ve müdafaa etmektedir.

MP’ nin kabul ettiği devrimcilik, insan tabiat ve içtimaî amil ve şartları zorlamadan daima ilerlemek manasında tekâmülcülüğün başka bir kelime ile ifadesinden ibarettir. Millet ve memleketi, her sahada ilerlemiş memleketler paralelinde yürütülecek ve medeniyet icaplarına uyacak her faaliyetle istikbali göz önünde tutarak sarsıntı vücuda getirmeden millî ve içtimaî faaliyet idare edilecektir.

“Halkçılık” konusunda parti, hiçbir ferde, zümreye veya içtimaî sınıfa hususî bir hak, bir imtiyaz veya asalet unvanı tanımamak görüşünden hareketle halk kavramını vatandaş bütünü olarak kabul etmiş ve kendilerine halk demokrasileri adını veren bazı rejimlerin güttüğü vatandaşlardan bir kısmının diktatörlüğünü istemek gibi esasları tasvip etmemiş, böylelikle sınıf farklılıklarının bulunmadığı ve sınıf çıkarlarının uzlaştığı bir toplum ülküsünü ortaya koymuştur.

“Parti, mülkiyet ve tasarruf hakkının adilâne olmayan bir suretle sınırlandırılmasını ve servetin devlet eli ile idaresini benimseyen bütün rejimlere aleyhtardır. İnsanlar malların ortak kullanılması rejiminden, şahsî mülkiyeti sağlayan medenî kanunların himayesi altında yaşamak için vazgeçmişlerdir.

Toprak aristokrasisinin mülkiyet haklarını korumak üzere maddeler getiren MP programı, endüstri ve ticaret burjuvazisine ters düşecek bir anlayışın sözcülüğünü yapmıştır. Parti ekonomi sahasında mutedil liberalizmi savunur. Serbest mübadele ekonomisine taraftardır. Bununla birlikte bu liberallik “bırakın yapsın” formülü ile ifade edilen başıboş liberalizm değildir.

Programın bu konuda karşı olduğu doktrinler ise, ürün ve üretim araçları üzerindeki şahsî mülkiyet hakkını devlet lehine ihlâl ve ferdî teşebbüsleri sınırlamaya ve kaldırmaya eğilimli olan devletçilik ve sosyalistlik ile Türkiye’de uygulanmakta olan aşırı devlet sermayeciliğidir.

Bu yüzden partinin reformlarından biri de devlet sermayeciliğinin ihtiyatla ve giderek tasfiyesidir. Devlet, prensip olarak harp endüstrisi hariç, ziraat ve ticaretle uğraşmamalı; bu alandaki sorumlulukları gittikçe gelişme gösteren yerli ve ferdî müteşebbise bırakmak zorundadır. Parti, ferdî ve yerli sermayeden rağbet görmeyen işlerin, bu arada limanlar, büyük su işleri, enerji kaynakları, demir yolları, posta, telgraf, telefon tesisatının devlet eli ile yapılmasını ve işletilmesini tasvip eder.

MP programında bir Ayan Meclisi kurulması istenmekte ve hâkim teminatı üzerinde durulmaktadır. İdare tarzının demokrasinin gereklerine göre değiştirilerek cumhurbaşkanının sadece bir devre için seçilmesi lüzumuna işaret etmektedir.

MP ayrıca okullarda vatan sevgisine dayanan yeni bir eğitim sisteminin uygulanmasını savunmuş, işçilere grev hakkı tanıyarak, köylülere toprak ve tarım araçları vadetmiştir. Fakat toprak dağıtımında özel mülkiyete saygı gösterilmesi gerekliliğini taahhüt etmeyi de ihmal etmemiştir.

Özellikle CHP, iktidara karşı muhalefet eden MP ‘yi “Atatürk inkılâplarına cephe almamakla birlikte millî hareketin geçmişi ile kesinti hâlinde belirmesini en büyük felâket” şeklinde niteleyerek eleştirmiştir.

5 Temmuz 1949’da Müstakil Demokratlar Grubunun MP’ ye katılmasıyla idareciler arasında da bazı değişiklikler olmuş, Parti Genel Sekreterliğine Ahmet Tahtakılıç getirilmiştir . Bundan başka 27.8.1948’de Afyon’da Hilmi Bozca, Kaşif Tiryakioğlu, Mazhar Aren tarafından kurulan Öz Demokratlar Partisi de 9.8.1949’da MP’ ye katılmıştır.

10 Nisan 1950’de Mareşal Fevzi Çakmak’ ın vefatı üzerine MP önemli bir sarsıntı yaşamıştır. Fevzi Çakmak’ ın cenaze merasimi büyük bir kalabalık tarafından kaldırıldı. Halk ve gençler tekbir getirip dualar okuyarak Beyazıt Camii’ne gelindiğinde kalabalık elli bin kişiyi bulmuştu. Tertip edilen askerî merasim kalabalık nedeniyle yapılamamış, ordu ve gençler arasında nahoş hadiseler cereyan etmişti. Dönemin İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay’ ın dirayetli çabaları sayesinde müessif hiçbir hadise olmadı.

Mareşal’ in vefatı MP’ nin seçim şansı üzerinde de büyük bir darbe indirmiş oluyordu. Bunun yanı sıra Sadık Aldoğan’ dan sonra 16 Nisanda MP’ nin ileri gelen hatiplerinden Fuat Arna da hükûmetin manevî şahsiyetini tahkir suçundan tevkif edilmişlerdi.

Nihayet 14 Mayıs 1950 seçimleri büyük seçmen kitlesinin iştirakiyle temiz ve nezih bir şeklinde cereyan etti. Bu seçimle birlikte 27 yıllık bir parti, yerini başka bir partiye devretti. 1950 seçimleri sonucunda seçime katılan üç partiden DP oyların %53’ünü alıp 434 milletvekili çıkardı. CHP, oyların %40’ını alarak 51 milletvekili kazanırken  MP; 250.414 oyla, oyların %3’ünü kazanıp 1 milletvekili (Osman Bölükbaşı) çıkardı . Sonradan katılanlarla birlikte MP’ nin milletvekili sayısı 3’e yükselmiştir .

Tutumunu gittikçe sertleştirerek karşıt partileri hedef alan DP, ilk olarak MP’ nin 1953 yılında yapılan 5. Kongresinde (bu kongrede Enis Akaygen genel başkan seçilmişti) ortaya çıkan parti içi bir krizden yararlanarak muhalefetin bu kesimini susturmak yoluna gitmiştir.

Gerçekten bu kongrede halk yığınlarını kazanmak için tutulacak yolun “inkılâpçılık” mı, yoksa “din politikacılığı” mı olacağı konusundaki tartışmalar parti aleyhine geniş yankılar doğurmuş ve partinin dini, politikaya alet ettiği, gerici bir parti olduğu, aralarında saltanatçı, hilâfetçi bir grubun gizli çalışmalarda bulunduğu ileri sürülmüştür.

Hatta bu kongrede bazı partililer tekrar Arap alfabesine ve eski kılık-kıyafetlere dönülmesini savunmuşlardır. Bu nedenle bazı üyelerle birlikte Hikmet Bayur gibi önde gelen isimler, MP’ nin gerici ve Kemalizm aleyhtarı bir politika izlediklerinden dolayı partilerinden istifa ettiler.

Böylelikle MP, iktidar tarafından ihtilâlci metotlarla davranan, gizli tertipler kuran, siyasî mücadelelerde dini temel alan, halkın duygularını bu yolla sömüren bir parti olarak suçlanmıştır.

Örneğin, Başbakan Menderes Mecliste MP’ den söz ederken “Bunlar kendi nizamnamelerinin dışına çıkmışlardır. Buna aykırı hareket etmişler ve gizli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bunlar memleketin her tarafında halkı ayaklanmaya davet etmektedirler” diyerek bu suçlamaları dile getirmiştir.

Sonunda MP’ nin devrim ve rejim aleyhtarı bir eğilim ve hareket izlemeye başladığı ve bu yolda çalışmalarda bulunduğu konusunda ihbar ve kanıtlara rastlandığı göz önüne alınarak mahkemece, partinin bütün örgüt çalışmalarının engellenmesine ve mallarının koruma altına alınmasına karar verilmiş ve 8 Temmuz 1953 tarihinde merkezi ile birlikte bütün şubeleri mühürlenerek kapatılmıştır . 27 Ocak 1954 tarihinde de Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi gerekçeli kararında “MP’ nin dinî esasa dayanan ve gayesini saklayan bir cemiyet olduğunu”  açıklamıştır.

Hatta bu kongrede bazı partililer tekrar Arap alfabesine ve eski kılık-kıyafetlere dönülmesini savunmuşlardır. Bu nedenle bazı üyelerle birlikte Hikmet Bayur gibi önde gelen isimler, MP’ nin gerici ve Kemalizm aleyhtarı bir politika izlediklerinden dolayı partilerinden istifa ettiler.

Böylelikle MP, iktidar tarafından ihtilâlci metotlarla davranan, gizli tertipler kuran, siyasî mücadelelerde dini temel alan, halkın duygularını bu yolla sömüren bir parti olarak suçlanmıştır.

Örneğin, Başbakan Menderes Mecliste MP’ den söz ederken “Bunlar kendi nizamnamelerinin dışına çıkmışlardır. Buna aykırı hareket etmişler ve gizli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bunlar memleketin her tarafında halkı ayaklanmaya davet etmektedirler” diyerek bu suçlamaları dile getirmiştir.

Sonunda MP’ nin devrim ve rejim aleyhtarı bir eğilim ve hareket izlemeye başladığı ve bu yolda çalışmalarda bulunduğu konusunda ihbar ve kanıtlara rastlandığı göz önüne alınarak mahkemece, partinin bütün örgüt çalışmalarının engellenmesine ve mallarının koruma altına alınmasına karar verilmiş ve 8 Temmuz 1953 tarihinde merkezi ile birlikte bütün şubeleri mühürlenerek kapatılmıştır . 27 Ocak 1954 tarihinde de Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi gerekçeli kararında “MP’ nin dinî esasa dayanan ve gayesini saklayan bir cemiyet olduğunu”  açıklamıştır.

CMP, ayrıca ikinci bir meclisin kurulmasını acil bir zaruret olarak görürken, kanunların anayasaya aykırılığı davalarına hükmeden bir anayasa mahkemesinin kurulmasını ve bir yüksek hâkimler meclisinin oluşturulmasını istiyordu.

Partinin “lâiklik” konusunda görüşleri şöyledir: Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olması, devlet ve hükûmet işlerinde kanunların milletin ihtiyaçlarına ve ilmin esaslarına göre hazırlanması ve tatbik edilmesi, bunun yanında din ve vicdan hürriyetinin diğer hak ve hürriyetler gibi mukaddes olarak kabul edilmesi ve teminat altına alınması  CMP’ nin lâiklik görüşünün ifadesidir. Lâiklik hiçbir zaman din düşmanlığı değildir. CMP programı “düşünce ve his birliği ve müşterek bir hayat ve istikbâle inanış” olarak tanımladığı “milliyetçilik”i, “memleketimizin vasıl olduğu terakki merhalesinden geri götürecek bir zihniyeti ret” anlamında bir ilerleme ilkesi olarak ifade etmiştir .

CMP’ nin ekonomi politikasının temeli özel teşebbüsün desteklemesi fikrine dayalıdır. Sosyal hizmet ve alt yapı kuruluşları dışında kalan bütün sahalarda öncelik özel teşebbüse ait olmalıdır. Ancak, CMP, özel teşebbüs gücünün kafi gelmediği hususlarda devlet teşvikçi ve yardımcı olmalıdır anlayışıyla özel girişkenliğine dayanan bir ekonomik sistemi savunmuşsa da bu alanda MP’ ye oranla daha da kuralcı hükümler getirmiştir.

CMP, ayrıca ikinci bir meclisin kurulmasını acil bir zaruret olarak görürken, kanunların anayasaya aykırılığı davalarına hükmeden bir anayasa mahkemesinin kurulmasını ve bir yüksek hâkimler meclisinin oluşturulmasını istiyordu.

Partinin “lâiklik” konusunda görüşleri şöyledir: Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olması, devlet ve hükûmet işlerinde kanunların milletin ihtiyaçlarına ve ilmin esaslarına göre hazırlanması ve tatbik edilmesi, bunun yanında din ve vicdan hürriyetinin diğer hak ve hürriyetler gibi mukaddes olarak kabul edilmesi ve teminat altına alınması  CMP’ nin lâiklik görüşünün ifadesidir. Lâiklik hiçbir zaman din düşmanlığı değildir. CMP programı “düşünce ve his birliği ve müşterek bir hayat ve istikbâle inanış” olarak tanımladığı “milliyetçilik”i, “memleketimizin vasıl olduğu terakki merhalesinden geri götürecek bir zihniyeti ret” anlamında bir ilerleme ilkesi olarak ifade etmiştir.

CMP’ nin ekonomi politikasının temeli özel teşebbüsün desteklemesi fikrine dayalıdır. Sosyal hizmet ve alt yapı kuruluşları dışında kalan bütün sahalarda öncelik özel teşebbüse ait olmalıdır. Ancak, CMP, özel teşebbüs gücünün kafi gelmediği hususlarda devlet teşvikçi ve yardımcı olmalıdır  anlayışıyla özel girişkenliğine dayanan bir ekonomik sistemi savunmuşsa da bu alanda MP’ ye oranla daha da kuralcı hükümler getirmiştir.

Memleketin imarı ve iktisaden kalkınması mevzuunda parti, devleti birinci derecede vazifeli saydıktan sonra “emeğin istismarına yol açan faaliyetleri durdurmak kanunî veya fiilî her çeşit inhisarcılığa son vermek, emek ve sermaye münasebetlerinde hakkaniyeti hâkim ve memleket menfaatlerini nazım kılmak emelinde”  olduğunu belirtmiştir.

Parti programında, insan hak ve hürriyetlerini taklit eden komünist akideye muhalif olunduğu ve komünizmin kanun dışı sayılması gerektiği  açıkça dile getirilmiştir .

Tıpkı MP gibi herhangi bir sosyal kategorinin çıkarlarını ve ideolojisini de dile getirme şansından yoksun olan CMP, Türk politika hayatında özellikle kurucu üyelerinin kişisel ve bölgesel etkinliklerinden öteye geçemeyen bir tesir imkânı bulamamıştır. Partinin daha çok CHP ile bazı noktalarda ortak hareket ettiği gözlenir. Bu şekilde 1954 seçimlerine giren parti 434.085 oyla hiç milletvekili çıkaramamıştır. 1957 seçimlerinde 652.064 oyla o sırada hükûmeti tenkit ettiği için hapiste bulunan Osman Bölükbaşı da dahil dört milletvekili çıkarmıştır.

1957 seçimlerinden sonra daha da kuvvetlenen parti diğer iki büyük muhalefet partisinin benimsediği genişleme politikasına ayak uydurarak Türkiye Köylü Partisi ile birleşmiş ve adını Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) olarak değiştirmiştir.

Türk içtimaî bünyesinin temelini teşkil eden köy ve köylü hiç şüphesiz bütün sosyal meselelerimizin düğüm noktasıdır. Partinin adı da bunu ifade etmektedir. Bu bakımdan milletimizi bir an evvel kalkındırabilmek için büyük köylü kitlesini ön plânda tutmak zarureti vardır. Bu kanaat partinin programına baştan sona hâkim olmuştur.

Bu parti de yeni bir anayasa, bir anayasa mahkemesi ve iki meclisli yeni bir sistem kurulmasını istemiştir.

TKP, 1954 seçimlerinde 60.900 oy alarak hiç milletvekili çıkaramamıştır . 1955’te yapılan mahallî seçimlerde söz konusu olan 11.807 üyelikten yalnızca 262’sini TKP kazanmıştır.

Fakat bu sonuç partinin kendi gücü ile elde edilmiş olmayıp diğer büyük muhalefet partilerinin seçimi boykot etmesi ile sağlanabilmiştir. TKP’nin, 30 il ve 120 kazada teşkilâtlanmasına rağmen, gerçek kuvveti tam anlamıyla tespit edilememiştir. 1955’te yapılan TKP’nin 4. Parti Kongresinde idealizmi bir tarafa bırakılırsa orijinal bir siyasî görüşü olmadığı ortaya çıkmıştır. TKP, 1957 seçimlerine girmemiş, seçimden sonra da CMP ile birleşerek siyasî sahneden çekilmiştir .

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi

Türkiye Köylü Partisi’nin 16 Ekim 1958 tarihinde, CMP’ye katılması ile Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi kurulmuştur (CKMP). Genel Başkanı Osman Bölükbaşı, amblemi ise terazidir. Mahalli özelliği ağır basan bir partidir.

18-20 Kasım 1959 tarihleri arasında yapılan CKMP Kongresi Bölükbaşı’ yı tekrar genel başkanlığa getirmiştir. Osman Bölükbaşı’-nın 13 Haziran 1962’de 29 milletvekili ile birlikte CKMP’ den ayrılarak tekrar Millet Partisi’ni kurmasından sonra İstanbul Milletvekili Ahmet Oğuz, CKMP Genel Başkanlığına getirilmiştir .

Partinin ana ilkesi; Türk insanının hak ve hürriyetlerini, Türk vatandaşların ve toplumun refah ve huzurunu sağlamak ve savunmak olarak tespit edilmiştir . Milliyetçilik anlayışı ise Türk milletine, kültürüne, devletine, sevgi, saygı, bağlılık ve hizmet ülküsü olarak belirtilir. CKMP milliyetçiliğin özelliklerini Türk tarihinden, halk sevgisinden, toplum geleneklerinden ve Atatürk ilkelerinden alan barışçı, hürriyetçi, demokratik ve her türlü emperyalizme karşı bir milliyetçilik olarak ifade etmiştir .

İhtilâlden sonra siyasî hayatımızın yeni baştan düzenlenmeye çalışıldığı bir dönem başlamıştır. Böylece, Türk toplumunun çeşitli eğilimlerini temsil etmek üzere siyasî hayata birçok yeni parti katılmıştır. Şubat ayında, eski CHP ve CKMP’ nin yanı sıra Adalet, Yeni Türkiye ve Türkiye İşçi Partisi gibi birtakım partiler kurulmuştur .

CKMP,1961 seçimlerinde 1.415.390 oyla, oyların %14’ünü toplamış ve 54 milletvekili çıkarmıştır. Senato’da ise 1.350.892 oyla 16 sandalye elde etmiştir .

Seçim sonunda İnönü başbakanlığında kurulacak koalisyon hükümetine karşı çıkarak genel başkanlıktan istifa eden Bölükbaşı’nın yerine 14 aralık 1961’de Ahmet Tahta kılıç getirilmiştir .

31 Mayıs 1962’de I. İnönü Koalisyonu’ nun dağılması üzerine CKMP, ülkeyi hükümetsiz bırakmamak için II. İnönü Koalisyonu’na katılacağını açıklamış, bu karar üzerine başkanlıktan ayrılmış olan Bölükbaşı beraberinde 28 ile 3 Haziran 1962’de İnönü’nün II. Koalisyon hükümetine altı bakanla katılmıştır. Ancak Bölükbaşı ve arkadaşları 27 Kasım 1963’te II. İnönü Koalisyonu’ndan ayrılarak hükümetin düşmesine sebep olmuştur .

23 Şubat 1963 tarihinde Alparslan Türkeş’in Türkiye’ye dönüşü yelpazenin özellikle sağ kanadında büyük bir hareketlenme meydana getirdi. Adalet Partisi içinde Gökhan Evliyaoğlu idaresindeki bir grup aşırılar Türkeş’i AP’ye sokmak istemişler, fakat parti buna karşı çıkmıştı. Bu karşı çıkışın asıl sebebi, bütün partilerin Alparslan Türkeş’ ten çekiniyor olmalarıdır.

2 Mayıs 1963’te bir basın toplantısı yapan Türkeş, “Ya parti kuracağız ya da mevcut partilerden biri doktrinlerimizi benimseyecektir” diyerek, Türkiye Huzur ve Yükselme Derneği’ni kurduğunu açıklamıştır. Ancak Türkeş bir süre sonra Harp Okulu eski Komutanı Talat Aydemir’ in kalkıştığı ihtilâl girişiminin içinde bulunmakla suçlanmış ve idam istemi ile yargılanmıştır. Dört ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanmış ve neticede beraat etmiştir.

Bu arada 17 Kasım 1963’te yapılan yerel seçimler halkın eğilimini göstermesi açısından önemli bir olaydı. Seçimler muhalefetteki AP’ nin zaferi ile sonuçlanmıştı. Oyların, %48.087’sini AP toplarken CKMP sadece %2.6 oranında oy alabilmişti.

Bu sonuçlardan da anlaşılacağı üzere AP büyük ölçüde güç toplarken ortaklarından CKMP hızla zayıflamaktaydı.

Seçim sonrasında her parti mensubu kendine göre birtakım öneriler ortaya atmaktaydı. İşte bu ortamda koalisyonu oluşturan partiler arasında çözülmeler başlamış, CKMP ve YTP birer gün ara ile hükümetten çekilmişlerdir.

23 Şubat 1963 tarihinde Türkeş ve arkadaşları Türkiye’ye döndüğünde, ülkedeki siyasî atmosfer ve milliyetçi camia karanlık bir görüntüye sahipti. Türkeş ve arkadaşlarının ülkenin kültürel, ekonomik, siyasî sorunları ve dış politikası gibi konularda hazırlıklı oldukları, projeler geliştirdikleri faaliyetlerinden anlaşılmaktaydı. Arkadaşlarıyla çeşitli görüşmeler yaptıktan sonra Alparslan Türkeş, 22-23 Şubat 1964 tarihinde toplanan CKMP Kongresi sırasında bu partiye katılma kararı almıştır.

        Alparslan Türkeş CKMP’yi tercih edişinin temel sebebi kendisine çok sonraları sorulan “12 Eylül’den sonra parti kurmayı düşünmeyip DYP veya ANAP içinde kalmayı, kadroları orada toparlayıp büyük kitle partisinde mücadele etmeyi düşünüp düşünmediği” şeklindeki soruya verdiği şu cevaptan anlamaktayız;

            “Ben o şekilde politika gütseydim 1965’te CKMP’de bulunmaz, Adalet Partisi’ne geçerdim. O zaman da “milliyetçiler bugün Adalet Partisi’ndedir. Prof. Osman Turan, Saadettin Bilgiç, Faruk Sükan vs. burada diye isimler sayıyorlardı. Biz de ona karşılık Türk milliyetçiliğini siyasî aksiyon olarak iktidara getirmek mecburiyetindeyiz dedik ve ayrı bir parti hâlinde çalışmaya koyulduk. Eğer bugün de aynı şekilde düşünürsek MÇP  küçüktür, gelişemez, ANAP var DYP var dersek, yeni kadrolar yetişmez, idealistlik ortadan kalkar, idealizmimiz ölür. Ama bugün ben hâlâ aksiyonun başında liderim.  İdeolojinin temsilcisiyim. Prensipleri ben koyarım. Bu iş tutacak ve hareket, göreceksiniz yine eskisi gibi büyüyecektir ” .

Alparslan Türkeş kendisi gibi vaktiyle MBK’de bulunan ve bilâhare “14’ler” diye bilinen ve MBK’den tasfiye edilen grupta beraber oldukları Mustafa Özdağ, Numan Esin’le birlikte törenle CKMP’ye girmiş  ve kısa bir zaman sonra da “parti müfettişliği” ne getirilmiştir.  Çok geçmeden MBK’nin dört eski üyesi de CKMP’ye katılmışlardır . Alpaslan Türkeş’e yakınlıkları ile bilinen 60’dan fazla politikacı partiye katılmış ve bu kongre, Ahmet Oğuz’un tekrar genel başkan seçilmesiyle sonuçlanmıştır .

Alparslan Türkeş, 14’lerin ortaya koydukları görüşlerle partinin yeni bir güç kazanacağını belirterek kongrenin bir an önce yapılmasını istedi. Kongrenin Haziran 1965’te yapılması genel idare kurulu tarafından kararlaştırılınca Ahmet Oğuz, 17 Haziran 1965’te partiye yeni katılan Türkeş ve arkadaşlarının huzursuzluk yarattığını belirterek genel başkanlıktan ayrıldı.

Bu gelişme sonrasında CKMP’nin Türkeş ve arkadaşlarının katılımından sonraki ilk büyük kongresi, 1 Ağustos 1965 tarihinde yapılmıştır. Bu tarihe kadar CKMP parti genel müfettişi olan Türkeş, partinin taşra teşkilâtıyla sıcak ilişkiler içine girmesi sonucunda kongrede Ahmet Tahtakılıç’a karşı genel başkanlık mücadelesini kazanmıştır. Kongrede partinin eskiler kanadı Ahmet Tahtakılıç’ı, yeniler kanadı ise Alparslan Türkeş’i aday göstermişlerdi. Tahtakılıç’ın 516 oyuna karşılık Türkeş 698 oy almıştır .Bu tarihten sonra parti yeni bir kimlik kazanacaktır.

Türkeş’in genel başkanlığa seçilmesinden sonra CKMP’de Türkeş ve ekibine bağlanmak istemeyen bir grup partilinin mücadele vermektense ayrılmayı tercih ettikleri görülmektedir. Nitekim CKMP’nin o günkü koalisyon hükümetinde  Millî Savunma Bakanı olarak vazife gören Afyon Milletvekili Hasan Dinçer, Köy işleri Bakanı Eskişehir Milletvekili Seyfi Öztürk ile birlikte 6 milletvekili ve senatör partilerinden istifa etmişlerdir .

Bu istifaları eski Adalet Bakanlarından Konya Milletvekili İrfan Baran’ın 2 Eylül 1965 tarihli istifası izledi. AP’ye geçen İrfan Baran istifa gerekçesi ile ilgili olarak verdiği beyanatta “CKMP’nin şahsî ihtiraslarını devam ettiren eski cunta üyelerinden kurulu bir topluluk hâline geldiğini ve bunun seçimler için hazırlanan aday listesinden anlaşıldığını”   ileri sürüyordu. Bunların yerine yenilerin üç bakanı Mehmet Altınsoy, Hazım Dağlı ve Mustafa Kepi kabineye girmiştir.

Alparslan Türkeş siyasî hayatı boyunca, İrfan Baran’ın partiden ayrılırken ortaya koyduğu bu ve buna benzer haksız ve mesnetsiz suçlamalarla daima karşılaşmıştır. Dikkat edilirse, Türkeş’in CKMP’ye  genel başkan seçilmesinde meşru ve demokratik usuller uygulanmış, dolayısıyla bu durum bir siyasi partide olması gereken şekliyle tecelli etmiştir. Bu gerçeğin bilinmesine rağmen Türkeş’in CKMP’ye genel başkan olması, “tarihi yapana sadık kalmayan yazarlar” tarafından daima bir “ele geçirme” şeklinde ifade edilmiştir. Bu ve buna benzer üstü örtülü ifade tarzları ile yapılmak istenilen, Alparslan Türkeş’in 27 Mayıs Hareketi ile ortaya çıkan “kudreti”ni meşru olmayan zeminlere dayandırmak suretiyle ona birtakım olumsuz sıfatlar isnat edebilmektir.

Bu arada 10 Ekim 1965 genel seçimlerinden çıkan sonuç Adalet Partisi’nin tek başına iktidarı anlamına geliyordu. Seçim sonuçlarına göre; AP %53 oy ile 240 milletvekilliği çıkarıyordu. Bu seçimlerde CKMP %2.2 oy ile 11 milletvekili çıkarabilmiştir . Oy oranlarında büyük bir düşüş gözlenen CKMP’nin oylarının bir bölümü Millet Partisi’ne kaymıştır.

Seçimlerden çok kısa bir süre önce CKMP bünyesinde ortaya çıkan değişikliğin hemen sonuçlarını vermesi beklenemezdi. Türkeş ve arkadaşlarının partiye taze kan getirdikleri doğrudur. Teşkilâtı genişletip, canlandırmışlardır. Bunda Türkeş ekibinin askerlikten gelme ciddî, disiplinli, plânlı çalışmaları büyük rol oynamıştır. Türkeş, CKMP müfettişi iken adım adım teşkilâtı dolaşmış, partili olduğunu unutmuş, eski CKMP’cilerin isimlerini bulmuş, mektuplar yazmış, toplantılar düzenlemiş ve onları yeniden partiye ısındırmıştır. Ayrıca yeni iltihaklarla teşkilâtı genişletmiş ve güçlendirmiştir.

Ancak yeni yönetimin iş başına gelir gelmez başta “faşizm” olmak üzere çeşitli eleştirilere ve suçlamalara muhatap olması CKMP’nin gelişimini yavaşlatmıştır. Ayrıca yukarıda da değinildiği gibi eski CKMP’lilerin bir kısmının partiden ayrılarak başka partilere girmesi teşkilâtlanmanın büyük ölçüde yeni baştan yapılanmasına sebep olmuştur.

Dolayısıyla partinin 60’lı yıllardaki durumu bir program ve teşkilât yaratma ve benimsetme çabaları ile sınırlı kalmıştır. 1970’li yıllar ise yeni bir isim ve imajla birlikte kendini milliyetçi camiaya kabul ettirme ve kitleselleşme sürecini ifade etmektedir .

Bu süreçte Alparslan Türkeş diğer parti liderlerinden farklı bir idealizm ve millî doktrin ile siyasî sahneye çıkmıştır. Alparslan Türkeş, diğer siyasî partilerden farklı ve yaratıcı bir programla halk karşısına çıkarak CKMP’de büyük bir değişimin gerçekleşmesini sağlamıştır.

Türkeş ve arkadaşlarının yönetimi altında yapılan CKMP’nin ilk Büyük Kongresinin ortaya koyduğu sonuçlar bunu göstermiştir. 24-25 Kasım 1967 tarihindeki kongreye ilişkin olarak yapılan bir değerlendirmede şöyle denilmektedir. “Kongre klâsik bir kanunî formaliteyi yerine getirmekten ziyade Türkiye’deki milliyetçilerin toplanması ve bir kurultay havası içinde Türkiye’nin dertlerine değinilmesi bakımından ilgi çekiciydi. Bilhassa bu milliyetçi kuruluşa henüz kayıtlarını yaptırmamış milliyetçilerin kongreyi ilgiyle izlemeleri ve olumlu düşüncelerle ayrılmaları, gelecekteki CKMP’ye katılmaların olacağını gösteren delillerdi”.

1965-1967 yılları arasında parti teşkilatının ve programının gelişimi ise şöyle özetlenebilir; 1965 yılında CKMP’nin teşkilatlandığı il sayısı 25 iken bu sayı 61 il ve 435 ilçeye yükselmiştir. Yine bu kongrede “Dokuz Işık” olarak tanımlanan yeni doktrin parti teşkilatına tanıtılmıştır.

CKMP’nin hem fikrî hem de teşkilatlanma düzeyinde milliyetçi camiayı temsil etme çabaları 8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana’da toplanan Olağanüstü Büyük Kongresi ile birlikte yeni bir aşamaya gelmiştir. 1965-1969 yılları arasındaki bu değişim sürecini “Milliyetçi Hareket Partisi” ismi en anlamlı şekilde sembolize etmiştir.

Bu isim değişikliğinin gündeme gelişi birkaç yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Bu dönemde parti genel idare kurulunun tespit ettiği isimler arsında “9 Işık Partisi”, Millî Hareket Partisi” ve “Milliyetçi Köylü Partisi” gibi isimler yer almaktaydı. Daha sonra yapılan genel idare kurulunun toplantılarında kongreye teklif edilecek isim olarak “Millî Hareket Partisi” ismi ağırlık kazanmıştır. Aynı toplantılarda partinin ambleminin de bu isme uygun olarak Türk-İslâm ülküsünü sembolize edecek bir şekilde olması kararlaştırılmıştır. Sonuç olarak “millî” kavramının kullanılabilmesi için Bakanlar Kurulu’nun iznine bağlı olması gibi bazı bürokratik engeller sebebiyle genel idare kurulu, “Milliyetçi Hareket Partisi” isminde karar kılmıştır.

Bu isim kabul edildikten sonra partinin amblemi de değiştirilmiş, “Terazi” olan eski amblem yerine “Üç hilâl” sembolü benimsenmiştir. Gençlik kollarının amblemi ise “Hilâl içinde Kurt ” motifi benimsenmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi bu tarihten itibaren Türk siyasî hayatında yerini almıştır. Bu tarihten sonra milliyetçi camianın özellikle de aydınların ilgisini üzerinde toplamıştır. Milliyetçi akımın değer ve amaçlarını Türkiye’ye tanıtmaya çalışmıştır. Bu nedenle 1969 yılı milliyetçi akım için bir başlangıç teşkil eder. Ancak her ne kadar Milliyetçi Hareket Partisi 1969 yılında kurulmuş gibi gözükse de asıl hareketlenme Türkeş’in CKMP bünyesine katılımı ile gerçekleşmiştir. Asıl temeller de bu tarihten itibaren atılmaya başlanmıştır.

MHP’nin 1969 yılında ortaya çıkışını, Türk milliyetçiliği adına ortaya konan bir siyasî tavır olarak kabul etmek gerekir. Bu tavrı, Atatürk’ün ölümüyle birlikte atıl kalan, pasifleştirilen ve sınırlı sayıdaki aydınlarımızın zihinlerinde muhafaza edilmeye çalışılan Türk milliyetçiliği fikriyatının, saklandığı zihinlerden tekrar çıkarılması ve ataletten kurtarılması şeklinde mütalâa etmek mümkündür.

Çok partili hayata geçişle birlikte kurulan, 1945’te Millî Kalkınma Partisi, 1946’da Demokrat Parti, 1948’de Millet Partisi, 1952’de Türkiye Köylü Partisi ve 1957’de Cumhuriyetçi Köylü Partisi’nin kendi dönemleri içinde Türk siyasî hayatında bıraktığı tesirler MHP’nin gelişme zeminini hazırlayan olaylardır. Yukarıda adı geçen bütün bu siyasî partiler millî şef döneminin antidemokratik uygulamalarına tepki olarak farklı zaman ve zeminlerde ortaya çıkmışlar, birtakım farklılıkları olmakla birlikte hemen hemen hepsi aynı “milliyetçi çizgi” üzerinde siyasetlerini geliştirmeye çalışmışlardır. MHP ise ortaya koyduğu ideoloji ile, bu partilerin farklılıklarını ortadan kaldırarak onların bir yekûnu ve Türk milliyetçiliği fikriyatının ulaşması gereken tarihî ve tabiî sonucu olmuştur. Dolayısıyla MHP’nin doğuşu Atatürk dönemi sonrasında Türk milliyetçiliğinin geçirdiği çetin ve sert aşamaların tabiî bir sonucudur. Türk milliyetçiliği, hak ettiği kıymeti 1969’dan itibaren MHP’nin ortaya koyduğu siyasî söyleminde bulacaktır.

MHP, diğer partilerde görüldüğü gibi yukarıdan bir emirle kurulmuş veya herhangi bir partinin bakiyeleri üzerine oturmuş bir siyasî teşekkül olarak da doğmamıştır. Tam aksine tarihî bir görevi, toplumun şartlarına göre, adım adım gerçekleştirme idealini benimseyen, milletin temel değerlerine sahip çıkan bir parti hüviyetiyle oluşmuştur.

Bu tarihten sonra MHP yeniden teşkilatlanma dönemini yaşamıştır. Yine bu süre içerisinde “14’ler”den Türkeş’e yakınlığı ile bilinen bazı isimlerin partiden ayrıldığı görülür.

MHP yeni adı ile ilk defa 12 Kasım 1969 seçimlerine girdi. Bu seçimler sonucunda oy oranını 1965 seçimlerine göre artırmasına rağmen %3,03 oranında oy topladı ve yalnızca Alparslan Türkeş Adana Milletvekili olarak Meclise girebildi. Bu dönemde sesini sık sık duyurabilmesine ve örgütlenme özelliklerine rağmen MHP’nin belli bir seçmen tabanı dikkat çekmektedir.

MHP’nin sadece ismine ve sembolüne baktığımızda onun ideolojisi hakkında az çok bir fikre sahip olabiliriz. MHP’nin ideolojisinin birinci boyutunu Türk-İslâm sentezi oluşturur. Bu sentez parti kurulduğunda ortaya atılan bir olgu değildir. Senelerden beri var olan ve günümüze kadar gelen birtakım değerlerin birleşimidir. Bu değerler birleşimi Ziya Gökalp’ın “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” formülüne dayandırılabilir.

Orhan Türkdoğan’ın da dediği gibi ilk defa bir parti dinin Türk toplumu içindeki yerini ve değerini belirtmiştir. O güne kadar bir teori şeklinde yer alan din ve milliyetçilik sentezi artık MHP ile birlikte siyasî hayata geçiriliyordu.

MHP’nin ideolojisinin ikinci boyutunu “Dokuz Işık” doktrini oluşturmaktadır. Alparslan Türkeş bu boyutu “Görüşlerimizin temeli Türk milliyetçiliği ise siyasî aksiyonun dayandığı doktrin 9 Işık’tır” şeklinde özetlemiştir.

Çeşitli tarihlerde kabul edilmiş parti programlarında ve Türkeş’in eserlerinde MHP’nin amacı “yeni bir devlet düzeni kurmak” olarak belirtilir. Dündar Taşer ise bu amacı “Milliyetçi hareket, yeni bir yolun takipçisidir. Bu yol, Türk milletini millet yapan unsurları, asıl benliğine kavuşturmak, ona sonradan eklenmiş, ondan olmayan, onun öz benliğine aykırı olan yamalardan kurtarmaktır” şeklinde izah etmektedir.

Bu düzeni kurmak için “İslav Marksizm’ine” veya Angelo-Sakson kapitalizmine” gerek olmaksızın “üçüncü bir yol” önerilmektedir. Bu üçüncü yol “dünya proletaryası diktatoryası kurma ütopyasına bir tekme vurup tam olarak Türk milletinin güçlenmesini amaç edinen bir millî ülkü” olacaktır. Bu ülkü “Türk milletinin toplum olarak büyük bir hızla kalkınmasını sağlayacak yüzde yüz yerli, yüzde yüz millî bir doktrin olmalıdır.” Bu doktrinin ruhu “Her şey Türk milleti için, Türk’e doğru Türk’e göre prensipleri olmalıdır denilmektedir.

Milliyetçilik. …
Ülkücülük. …
Ahlakçılık. …
İlimcilik. …
Toplumculuk. …
Köycülük. …
Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik. …
Gelişmecilik ve Halkçılık.

Endüstricilik ve Teknikçilik

I. Milliyetçilik

Millî birlik ve bütünleşmenin tesisinde, millî mukaddesler, şuur ve ülküler etrafında kaynaşmış bir toplum olmada insanlarımızı güçlü ve Büyük Türkiye Ülküsü yolunda harekete geçirmede, kalkınmanın psikolojik dinamiğini teşkil edeceğine inanılan milliyetçilik, Türk milletine karşı beslenen derin sevginin bir ifadesidir. Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan ve kendini samimî olarak Türk hisseden ve Türklüğe adayan herkes Türk’tür. Türk milletine mensup olan herkes, bu milletin haklarını daima her çeşit tesirlerden uzak, her şeyin üstünde bulundurulması için çalışmak zorundadır. Bu sebepten dolayı milliyetçilik, Türk milletinin içinde bulunduğu müşkül durumdan bir an önce en modern en ilmî metotlarla çıkarılacak, en kısa yoldan modern uygarlığın en ön safına geçilmesini sağlama duygusundan kuvvet alır. Özetle her şey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre sözleriyle anlatılabilecek milliyetçilik ilkesi Türk milletine bağlılık, sevgi, Türkiye devletine sadakat ve hizmettir.

Nemelazımcılığın, vurgunculuğun, kozmopolitliğin yaygınlaştığı bir cemiyet yapısında feragati, fedakârlığı ön plâna alan devlet ve millete hizmet aşkını ifade eden ülkücülük Türk milletini en kısa yoldan, en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak, mutlu, müreffeh hâle getirmek, bağımsız, özgür, kendi haklarına sahip hayata kavuşturmaktadır.

Ülkücülük bir macera fikri değildir. Türkiye’yi hiçbir zaman tehlikelere, risklere, maceralara sürüklemeyecek bir yol üzerinde bulunmayı esas kabul eder. İlim, akıl ve tecrübe ülkücülüğün ruhunu oluşturur.

Manevî değerlerin ayaklar altında çiğnendiği, insanlarda Allah korkusunun, acıma duygusunun, vicdan muhasebesinin zayıfladığı, her geçen gün yozlaşan ve çözülen sadece, maddeye önem veren bir toplum yapısından; birbirini seven sayan, beşerî ilişkilerde ahlâklı ve faziletli, maneviyatta en yükseğe çıkmış bir toplum olarak en yüksek moralle kalkınma davasına koşabilmek için gerekli olan ahlakçılık ilkesi , Türk milletinin ruhuna örf ve âdetlerine uygun yüksek varlığını korumayı ve geliştirmeyi öngören esaslara dayanır .

Şüphesiz ahlakçılık çok önemli bir prensiptir. Ahlâk herkesin esasıdır.

Ahlâkı olmayan bir toplumun hiçbir işi başarılı olamaz ve o toplumda hiçbir şey yolunda gitmez. Fakat ahlakçılığın dayandığı birtakım temeller vardır. Bizim ahlakçılığımızın dayanacağı temeller şunlardır: Türk ahlâkı, Türk geleneklerine, Türk ruhuna, Türk milletinin inançlarına uygun olacaktır. Türk ahlâkı hiçbir zaman tabiat kanunlarına aykırı olmayacak, tabiat kanunlarıyla da bağdaşan birtakım temellere dayanmış bir ahlâk olacaktır. Türk milletinin yaşamasına zararlı olacak kaideler Türk ahlakçılığının içinde yer alamaz.

IV. İlimcilik

“İlim Çin’de de olsa arayınız” düsturunun ışığında dünya çapında bir âlimler ordusu yetiştirmeyi gaye edinecek en kısa zamanda, en kısa yoldan muasır milletler seviyesinin üstüne çıkma ülküsü yolundaki gayretlerde müspet ilimlere olan ihtiyacın bir ifadesi olarak ilimcilik, olayları ve varlığı ön yargılardan ve art düşüncelerden sıyırarak ilim mantalitesiyle incelemek ve girişilecek her çeşit faaliyette ilmi önder yapma prensibidir.

V. Toplumculuk :

Bir yandan “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” inancıyla, diğer yandan milletimizin “Devlet Baba” geleneği içerisinde toplumun her ferdini gözetip, “Dağda kaybolan koyundan sorumluluk duymak” felsefesi ile insanımıza yaklaşmanın ve kucaklamanın yolu olarak ifade edilen toplumculuk, her çeşit faaliyetin toplum yararına olacak şekilde yürütülmesi görüşüdür. Üç ayrı bölümde izah edilebilir.

a- Özel Teşebbüs: Toplumun kalkınmasında özel teşebbüs desteklenip, himaye edilecektir. Ancak bu konuda iş verenle işçinin karşılıklı olarak haklarının korunması ve bu iki tarafın münasebetlerinin milletin zararına olmayacak şekilde kontrol, tanzim ve nezaret altında bulundurulması şarttır.

b- Küçük Sermayelerin Birleşmesi : Memleketimizde yapılması icap eden büyük işlerin başarılması için halkın elindeki küçük tasarruflar teşvik edilerek devlet tarafından tanzim ve organize edilerek halkın sermayedar olacağı büyük ekonomik teşebbüslere girişilmesini gaye edinen bir görüştür.

c- Sosyal Yardım ve Güvenlik Teşkilâtı : Türk milletini içine alacak bir sosyal yardımlaşma ve güvenlik teşkilâtı meydana getirmek görüşüdür. Ayrıca sağlık ve adalet güvenlinin sağlanması da düşünülen diğer bir iştir.

İleri ve modern bir tarım seviyesine ulaşmış her türlü sanayi imkânlarının tahsis edilerek tarım sanayi yapısına kavuşmuş; devletin her türlü hizmetlerinden yararlanılmak suretiyle yokluk ve sefaleti yenerek milletin sosyal dilimleri içerisinde lâyık olduğu yeri alacak köycülük ilkesi geliştirilmiştir. Köylünün tefecilerin elinden kurtarılması ve ihtiyacı olan kredi ve diğer yardımların sağlanması için kooperatifleşmeyi hedef alır. Bilhassa orman bölgesinde yaşayan köylüleri öncelikle ve hızla refaha kavuşturmak amacını güder.

VII. Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik:

Kişi ve toplum mutluluğunu engelleyici bütün tesirleri yıkarak hürriyetleri sağlama ve korumayı devletin asıl görevi sayan bir anlayışla zulme, baskıya, sömürüye, güdümlü toplum olmaya karşı insan şeref ve haysiyetini temel hak ve hürriyetleri gerçekleştirmeyi, inançları serbestçe yaşamayı ilke edinen bir zihniyet içerisinde hürriyetçilik ve şahsiyetçilik ilkesi geliştirilmiştir.

Burada bahsedilen “Hürriyet” Birleşmiş Milletler Anayasası’nda yazılı olan bütün hürriyetlerin sağlanması anlamında kullanılmıştır. (Söz, vicdan, yazı, bilim hürriyeti, sosyal, ekonomik hürriyet.)

VIII. Gelişmecilik ve Halkçılık:

Millî şahsiyeti koruyarak kesintisiz bir olgunlaşma, ilerleme ve yücelme ülküsü içerisinde halkın menfaatlerini en geniş şekilde ve aynı yöntemle yönetim ve denetim imkânları tanıyarak egemenliğin gerçek sahibi ve kaynağı olan Türk halkının her iyi şeye lâyık olduğu inancı içinde gelişmecilik ve halkçılık ilkesi geliştirilmiştir. Bu ilke; elde edilenle yetinmemek ve daima daha ilerisini istemek ve bunu elde etmek için gayret göstermek şuurudur. Ancak bu gayret ve çabalarda Türk milletinin tarihinden, millî benliğinden ve kökünden kopmadan yükselmek ve ilerlemek esas gayedir. Yapılacak her işte halka doğru halkla beraber olmayı ilerlemenin ve yükselmenin vazgeçilmez bir prensibi olarak kabul eder.

IX. Endüstricilik ve Teknikçilik:

Ülkemizi en kısa zamanda ve en kısa yoldan bir bilgi toplumu hâline getirerek en yeni teknolojileri araştıran, bulan, elde eden bir toplum olarak dünyanın en gelişmiş ülkelerinin yanında şerefli yerini almasını sağlayacak sanayileşmeyi, teknolojik kalkınmayı başarmak ve hiçbir zaman lâyık bulmadığımız “gelişmekte olan ülkeler” sınıfından kurtularak “gelişmiş, kalkınmış, endüstri ötesi toplum” gibi sınıflara bir an önce erişmesini temin gayesiyle ifade olunur.

MHP’ye göre “Devlet bölünmez bir bütün olan milletin teşkilatlanmış hâlidir”. Bu teşkilatlanmayı en iyi biçimde gerçekleştirecek olan da “millî devlet”tir. Millî devlet ise şu şekilde ifade edilmektedir.

Birinci anlamda millî devlet, devletin tek ve aynı milletten kurulduğunu ifade eder. Millî devlet fikri ile milliyetçilik hukukî bir anlam kazanır. T.C. millî bir devlettir. Bir milletin kendi bağımsız devletini kurmasına, ona kendi adını, ülküsünü ve özelliklerini vermesine millî devlet adı verilir.

Millî devlet emperyalizme karşı olup, devletlerin eşitliği ilkesine inanır. Millî devletin görevi adını taşıdığı milletin varlığını devam ettirmek, onu korumak ve yüceltmektir. Millî devlet, ülke ve milleti bölmek isteyen her davranışı yok etmek zorundadır.

İkinci anlamda millî devlet; devletin kendisini meydana getiren milletin bütün fertlerini ve sosyal dilimlerini kucaklamak, onlara eşit bir şekilde hizmet etmektir. Bu anlamda millî devlet, bir hizmet ve refah devletidir.

Millî devlette, devleti yöneten, iktidara sahip olan milletin bütünüdür. Milletin üstünde hiçbir fert, zümre veya sınıf, devleti yönetemez .

MHP’nin 1977 seçim beyannamesinde millî devletten şöyle söz edilmektedir. “Ancak güçlü, dinamik, etkili bir devlettir ki, hızlı ve gerçekçi bir kalkınmayı gerçekleştirebilir. Bizim anlayışımızda iktisadî ve manevî kalkınmanın öncüsü, motoru ve mimarı, millî devlettir”.

Partinin çeşitli yayınlarında sınıf sözcüğü kullanılmamaya özen gösterilerek toplumun altı sosyal sınıfa ayrıldığı belirtilir. İşçi, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest meslek sahiplerini kapsayan bu dilimlerden her birine devlet eşit bir şekilde muamele etmelidir. Ayrıca Meclis de bu altı sosyal sınıfın temsilcilerinden oluşacaktır.

Irkçılığı reddeden MHP “millî” ya da “siyasî demokrasi” diye tanımladığı bir sistemi benimsemiştir. Siyasî demokrasi, siyasî hürriyetler rejimidir. Siyasî demokrasi milletin bütün fertlerinin siyasî kararların alınmasına, siyasî organlara (parlâmento, belediye, vs.)  Seçme ve seçilme şeklinde katılır. Parlâmento siyasî temsil organı olduğundan, gerçek siyasî demokrasiden bahsedebilmemiz için parlâmentoda milleti meydana getiren bütün sosyal dilimlerin temsil edilmesi gerekir.

MHP, tek bir Meclisin üzerinde güçlü yetkilerle donatılmış bir başkanın bulunduğu bir başkanlık sistemi önermekteydi. “Çağımız kuvvetli, adil ve hızlı icra çağıdır. Bunun için icra gücünün tek elde toplanması gerekir. İcra, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık olarak ikiye bölünemez. Türk tarih felsefesi ve töresinde icra organı hiçbir zaman bölünmemiş tek bir başkan tarafından yürütülmüştür. Başkan genel oy esasına göre millet tarafından seçilecek, böylece bizzat millete dayanan daha kuvvetli ve daha demokratik bir sistem meydana gelecektir.

Siyasî demokrasiyi tamamlayan “iktisadî demokrasidir”. Türkeş “iktisadî demokrasiyi” bir milletin iktisadî meselelerde serbestçe oy sahibi olabilmesi, memleketin iktisadî kararlarına eşit bir şekilde katılabilmesi” biçiminde tanımlamıştır.

“Millî sektör “ün kurulmasını ve devletin ekonomik alana müdahalesini zorunlu görmesine karşın “zamanla özel sektörün ağırlık kazandığı bir karma ekonomiyi savunmuştur. Millî sektörle kastedilen şey; altı sosyal dilimin üretim araçlarına, fabrikalara sahip olmasıyla ortaya çıkacak “devlet sektörü” ve “özel sektör “den başka bir üçüncü sektördür.

Sendika kurma özgürlüğüne karşı çıkan MHP’nin sendika kurma konusundaki görüşünü Türkeş, “Her iş kolunda tek ve mecburi üyeliğe dayanan sendikacılığın kurulmasını öne sürdük” diye özetlemiştir.

Milliyetçi Hareket, her türlü sömürü düzenine karşıdır. Sermayenin emeği sömürmediği sermaye ve emeği millî menfaatler içinde dengeleyen bir düzen taraftarıdır. Emek ve sermaye birbirini yok eden, birbiriyle mücadele eden iki düşman unsur değil, birbirini tamamlayan iki kardeş unsur olarak ele alınmaktadır. Millî kalkınmanın ekonomik, gelişmenin hızla dengeli ve adil bir şekilde gerçekleşebilmesi ancak emek sermaye bütünleşmesiyle mümkün olabilecektir. MHP yabancı sermayeye karşı olmakla birlikte kalkınmanın tasarruf ve yaptırım unsurlarını karşılamak üzere bir işçi tasarruf ve yatırım sandığının kurulmasını öngörmektedir.

Sosyal ve iktisadî alanda dikkati çeken bir diğer yaklaşım da “Tarım Kentleri” politikasıdır. Tarım kentleri birden çok küçük yerleşim birimlerinin (Köy, mezra gibi) bulunduğu bölgelerde coğrafi ve iktisadî şartlara göre belirlenecek ve en azından temel kamu hizmetlerinin (idarî, sağlık, eğitim vs.) düzenli ve yeterli olarak götürülebileceği merkezler oluşturmak fikrine dayanmaktadır. Taşrada refahı ve gelişmeyi sağlamanın bir yolu olarak düşünülen “Tarım Kentleri Projesi’nin şehir hayatını doğrudan etkileyecek bir tarafı da bulunmaktadır. Projenin uygulanmasının tabiî sonucu olarak hızlı ve düzensiz şehirleşme sorununun çözümü kolaylaşacaktır. Çünkü taşrada tarım kentlerinin gelişmesi şehre göç ihtiyacını azaltacaktır. Bu konu 1970’lerin CHP yönetimince “Köy Kent” 1990’larda DYP-CHP koalisyon hükümetince “Merkez Köyler” adı altında tekrar gündeme getirildiği görülmektedir.

Köylerin kalkınması için devletin yardımı yanında kurulacak olan Köy Yatırım ve Tasarruf Sendikalarının büyük yararlar sağlayacağı düşünülmüş, diğer taraftan köylerin ekonomik kalkınmasında vasıta olabilecek ikinci bir yol olarak toprak reformunun tatbiki ve kooperatiflerin hayata geçirilmesi vurgulanmıştır. Toprak reformu ile parçalanmış tarım topraklarının birleştirilmesi sağlanacak, ayrıca toprağı az veya hiç olmayan köylülere toprak verilecektir. Kurulacak Köy Tarım Kooperatifleri ile tarım işletmeciliğinde gerekli olan teknik araçlar ve krediler dağıtılacaktır. Bu kooperatifler pazarlama görevini de yürüteceklerdir.

MHP görüldüğü gibi köy ve köylüye büyük önem vermektedir. Nüfusumuzun büyük bir çoğunluğunu oluşturan köylerimizin kalkınması için geliştirmiş olduğu politikalar oldukça isabetlidir.

1977 seçimleri öncesi 4 Haziran 1977’de radyoda yaptığı bir konuşmada Alparslan Türkeş “Türkiye’yi … kısa zamanda dünyanın en ileri milleti hâline getirmenin mücadelesini vermekte olan MHP, 100 milyona ulaşacak nüfusla zengin ve dış Türkleri kollayacak güçlü bir Türkiye’yi hedef olarak göstermekteydi. MHP uluslar arası anlaşmalara sadık olduğunu söylemesine karşın “Ortak Pazar” köleliğine gerek ekonomik, gerek siyasî nedenlerden dolayı, kesinlikle karşı çıktığını açıkça belirtmişti. Türkçü milliyetçi niteliğin bir başka sonucu Türk törelerinin, geleneklerinin korunmasına verilen önemde kendini gösterir. “

Din konusuyla ilgili olarak MHP şu görüşleri ileri sürmektedir. “Biz vicdanların hür olacağı din ve mezhep çatışmalarının bahis konusu edilmeden millî bütünlüğü sağlayacak gerçek lâikliği savunuyoruz. Devletimiz Anayasamıza göre lâiktir. Milliyetçi Hareket din ve vicdan hürriyetinin baskıdan azade olmasını dinin devlete, devletin de dine müdahâle etmemesini savunur. Lâikliğin anlamı budur, hür ve medenî ülkelerde de tatbiki böyledir .Din ve vicdan hürriyetini savunan MHP; lâikliği din düşmanlığı olarak görmemekle herhangi bir amaçla dinsel duyguların sömürülmesine karşı çıkmaktadır.

MHP programında ilân ettiği temel hedeflere ulaşmada temel görüş ve kabullerine uygun olarak insanımızın eğitimini, hayata hazırlanmasını ve toplum içinde yerini almasını öncelikle ele almakta ve bunu millî varlığımızın devamı ve yücelmesinin teminatı olarak görmektedir .

A – Eğitimin millileşmesi

B – Eğitimin modernleşmesi

Eğitimin millileşmesi demek eğitimin millî kültür ve gelenekleri genç nesillere benimsetmesi demektir. Bu gayeyi gerçekleştirmek başta dil, din, sanat, ahlâk olmak üzere bir milletin kültürel geleneklerini genç nesillere taşımasını sağlayabilmekle mümkün olur.

Eğitim sadece millî kültür değerlerini genç nesillere benimsetmekle kalmamalı, aynı zamanda da gençlerin çağdaş medeniyetin (Endüstri ve tekniğin) talep ettiği bilgi ve maharetlerle donatmalıdır .

Din konusuyla ilgili olarak MHP şu görüşleri ileri sürmektedir. “Biz vicdanların hür olacağı din ve mezhep çatışmalarının bahis konusu edilmeden millî bütünlüğü sağlayacak gerçek lâikliği savunuyoruz. Devletimiz Anayasamıza göre lâiktir. Milliyetçi Hareket din ve vicdan hürriyetinin baskıdan azade olmasını dinin devlete, devletin de dine müdahâle etmemesini savunur. Lâikliğin anlamı budur, hür ve medenî ülkelerde de tatbiki böyledir .Din ve vicdan hürriyetini savunan MHP; lâikliği din düşmanlığı olarak görmemekle herhangi bir amaçla dinsel duyguların sömürülmesine karşı çıkmaktadır.

MHP programında ilân ettiği temel hedeflere ulaşmada temel görüş ve kabullerine uygun olarak insanımızın eğitimini, hayata hazırlanmasını ve toplum içinde yerini almasını öncelikle ele almakta ve bunu millî varlığımızın devamı ve yücelmesinin teminatı olarak görmektedir .

MHP’nin Nüfus Politikası:

MHP’nin Nüfus Politikası da hayli ilgi çekici hususlar veya görüşler ihtiva eder; Çeşitli neşriyatlarında nüfus kontrolüne emperyalizmin bir oyunu olarak bakmıştır. Ülkemizin, yüz hatta iki yüz milyon insanı besleyebileceğini savunmuştur. Milletler arası politikada bir devletin kuvvetini gösteren üç unsurun ülke büyüklüğü, ekonomik kalkınma ve nüfus çokluğu olduğunu belirten parti, ülkemizin yeteri büyüklükte olması dolayısıyla nüfusunun artışıyla, Türkiye’nin dünya politikasında önemli bir yer işgal edeceğine inanır. Ayrıca çoğalan nüfusla iktisadî politika iyi değerlendirildiği takdirde kalkınma hızımızın artacağını iddia eder. Aile plânlaması çalışmalarında gerekli düzenlemeler yapmayı hedef edinen MHP, kürtaj ve insan vücuduna zarar verecek her türlü olumsuz uygulamaların da karşısındadır.

MHP kuracağı devlette tehlikeye uğrayan herkese ne olursa olsun insan haysiyetine yaraşır, asgarî gelir garantisi ve azamî sağlık garantisi tanıyacağını belirtir. Bunlar “millî sosyal sigorta” ve “millî sağlık hizmeti teşkilatlarının kurulması ile gerçekleştirilecektir.

MHP’nin fikir sisteminde ağırlıklı bir yere sahip olan “güçlü iktidar” ve “millî devlet” kavramları taraflı ve kasıtlı çevreler tarafından anlamsız bir şekilde faşizm ile mukayese edilmiştir.

Bu değerlendirmelerde faşizmdeki anahtar kavramın başlı başına devlet olgusu olduğu göz ardı edilmektedir. Faşizme göre; insanların hakları devletin onlara verdiklerinden ibarettir.

Vatandaşların canı da malı da devletindir. Faşizmde vatandaş devlet yararına çalışır. Devlet milletin ve onun hayatının tümünü yönetir. Tek bir parti idareyi ele geçirir. Bu parti askerî disipline tâbidir. Devlet bir şefin elindedir . MHP fikriyatında ise devlet millet için vardır ve devleti yaratan millet gerçeğidir, millî birlik bilincidir . Parti programında bu konuyu doğrulayan şu görüşlere yer verilir:

Milletimiz için “millet” ve “devlet” kararları ayrılmaz bir bütünün iki aslî unsurudur. “Millet” olarak var olabilmek temel hedeftir Bunun yegâne vasıtası ise kudretli bir devlettir.

MHP, devralınan tarihî mirasına bağlı olarak devlet varlığının tartışılamayacağını kabul ve ilân eder. Devletin, milletin duygu, düşünce ve temayüllerini temsil etmesine, maddî ve manevî değerlerini iç ve dış tehditlere karşı korumasına, milletimizi millî ülküler etrafında birleştirmesine kesinlikle inanır ve devleti, milletin hizmetinde görür. Devleti yönetenlerin kendilerini milletimizden üstün ve milletimizi güdülen sürü olarak görmelerini de açıkça reddeder . Sadece bu cümle bile faşizmin diktatörlük vasfına karşı oluşun bir ifadesidir.

MHP “devlet-millet” zıtlaşmasını değil “devlet-millet” bütünleşmesini savunur. Milletimizin ve vatanımızın bölünmez bütünlüğünün korunmasını; hürriyet, barış, kardeşlik ve refahın sağlanmasını, yalnızca milletin hizmetkârı kudretli ve fakat adil, her türlü anarşiyi terörle değil, insanî ve millî politikalarla ortadan kaldıran, insan haklarına kesin saygılı, millî demokratik hukuk devleti ile sağlanabileceğine inanır .

MHP’nin toplumu altı sosyal dilime ayırması ve iktidarın bu altı meslek grubunu kendi görüşleri doğrultusunda “korparasyonlar” biçiminde örgütleyerek ülkeyi yönetmeyi amaçlaması, toplumu aynı anda hem parçalama hem de birleştirme işlevini üstlendiğinin gözlenmesi  faşizme benzetilmesine sebebiyet verebilmektedir.

MHP’nin toplumu altı sosyal dilime ayırırken bunu sınıfsal bir yaklaşımla gerçekleştirmemiştir. Burada amaç toplumda var olan her meslek grubunun parlâmentoda temsilini sağlamaktır. Sadece belli bir grubun (işçi, sermayedar vs.) sözcülüğünü yapmayıp tüm toplumun çıkarlarını korumayı görev bilmiştir.

Faşizmin en önemli vasıflarından biri kadın aleyhtarı bir rejim olmasıdır. Kadınlara karşı büyük bir güvensizlik gösterir ve kadınları hor görür. Oysa MHP programını incelediğimizde böyle bir niteliğe kesinlikle rastlanamamaktadır. MHP, “Kadını ve haklarını savunmak ve kadını erkeği ile beraber saygı gören bir varlık olarak korumak gerektiğine” inanmaktadır.

MHP hem faşizmi hem de nasyonal sosyalizmi reddeder. Tek partici, ırkçı, antidemokratik ve kapitalist olmaları bu rejimleri demokratik milliyetçilikten ayırır. Çünkü demokratik milliyetçilik, hür seçimlere, çok partili sisteme, demokrasiye, millî iradeye ve Türk milletine has bir toplumculuğa inanır.

MHP, ırkçı ve Turancı bir görüşe sahip olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir. Eleştiriler karşısında verilen cevap ise şöyledir: Türk milliyetçiliği fikri bir kültür hareketi olduğu için ırkçılığı, halka dayandığı, halkın millî ve manevî değerlerinden kaynaklandığı için her türlü otoriter rejimleri reddeder.

Erdoğan Teziç, “Batı taklitçiliğine ya da yabancıların hazırladığı reçetelere karşı çıkarken millî bünyemize uymayan parlâmenter sistem yerine başkanlık sistemi önerdiğini, bu sistemin ilk kez kapitalist bir ülke olan ABD’de ortaya çıktığını ve ancak bu ülkede uygulanabildiğini” iddia ederek MHP’nin “başkanlık sistemi” konusundaki görüşlerini eleştirmektedir. Teziç’in yanlı bir şekilde yaptığı anlaşılan bu tenkidinden, Türk tarihini lisans seviyesinde dahi idrak edemediği anlaşılmaktadır. “Başkan” kelimesi ve kavramı Türkler tarafından 11. yüzyıldan itibaren bilinmekte ve kullanılmaktaydı. Türk tarihinde bugünkü modern manada bir “başkanlık sisteminden bahsetmek mümkün olmamakla birlikte, “hakan, sultan, padişah, başkan” gibi adı her ne olursa olsun devletin başında bulunan şahıs hiçbir dönemde sorumsuz olmamıştır. Kurultay, Kengeç Meclisi, Töre gibi çoğulcu sistemi hatırlatan müesseseler ile padişah iradesi hemen hemen her dönemde sınırlanmıştır.

Ayrıca Türklerde başa geçen hakan veya sultan daima milletine hizmet etmek için vardır. Bu davranış biçimi Türk devlet anlayışında daima mevcut olmuş ve bir gelenek olarak yerleşmiştir.

Sonuç olarak tüm görüş ve eleştiriler ne şekilde olursa olsun Milliyetçi Hareket Partisi prensipleri ve ideolojisi ile bir realitedir.

MHP özellikle gençlik kesiminde yaygın bir biçimde örgütlenmiştir. Partinin yandaş örgütü olan “Ülkü Ocakları” en önemli teşkilâtıdır.1965’ten sonra partinin gençlik kolları “Ülkü Ocakları Derneği” adı altında teşkilatlanmaya başladı. 1978 yılında Ankara Valiliği, Ülkü Ocakları hakkında suç duyurusunda bulununca dernek feshedilip yerine Ülkücü Gençlik Dernekleri kuruldu. Bu dernek, 1980 yılında faaliyetlerini durdurmuştur.

MHP, gençlikten başka çeşitli toplumsal kesimleri kapsayan bir dizi ülkücü kuruluş oluşturmuştu. Milliyetçi İşçi Sendikaları, Ülkücü Polisler Derneği, Ülkücü Kamu Görevlileri Güç birliği Derneği, Ülkücü Öğretmenler Birliği Derneği, Ülkücü Esnaf ve Sanatkârlar Derneği, Ülkücü Köylüler Derneği gibi.

Partinin resmî organı Hergün gazetesi ve onu destekleyen diğer gazeteler ise Ortadoğu, Bayrak ve Milet’tir. MHP’yi destekleyen dergiler ise şunlardır: Töre, Devlet, Bozkurt, Ocak, Genç Arkadaş, Ülkü Tek, Yiğit Köylüm, Millî Hareket, Türkiye ve Dünya vb. .

1970-1980 Döneminde MHP’nin Siyasî Faaliyetleri

1969 seçimlerinden sonra ülkedeki tansiyonun yavaş yavaş yükseldiği görülür. İktidarda olan Adalet Partisi içerisinde de toplumsal yapıdan kaynaklanan önemli bir bunalım oluşuyordu. Sonraları Demokratik Parti olayına yol açacak bu bunalım 1970 bütçe oylamasında kendini göstermiş ve Demirel’in bütçesi kendi partisinin milletvekillerinin ret oyu ile kabul edilmemiştir. İzlenen ekonomik politikalar sonucunda pahalılık baş göstermiş, petrol krizi, öğrenci eylemleri, silahlı hareketler vb. olaylar ülkeyi yeniden bir darbenin eşiğine sürüklemişti.

Sonuçta 12 Mart 1971’de Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları, Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanlarına ortak bir muhtıra vererek “12 Mart Rejimi” diye anılan dönemi başlatmışlardı.

1971-1973 yılları arasında partiler üstü hükûmetlerin faaliyetlerini görüyoruz. Geliştirilen formüle göre CHP’den istifa ederek ve partiler üstü bir başbakan olarak görevlendirilen Nihat Erim 5’i AP’li, 3’ü CHP’li, 1’i MHP’li 8 siyasetçi ile kabineyi kurmuştur.

Nihat Erim, ikinci hükûmetini 11 Aralık 1971 günü kurmuş ancak 22 Mayıs 1972 tarihine kadar 5 ay devam edebilmişti. Ülkeyi kanun hükmünde kararnamelerle yönetmek isteyen Nihat Erim’in bu isteği parlâmentoda kabul görmeyince Erim görevinden istifa etmiştir.

Daha sonra Ferit Melen ve Naim Talu hükûmetlerini görmekteyiz.

Naim Talu hükûmeti bir geçiş hükûmetidir. AP ve CGP koalisyonundan oluşur ve hedefi ülkeyi genel seçimlere götürmektir. Muhalefette ise CHP’nin yanı sıra MSP, DP, TBP, MP ve MHP yerlerini almaktaydılar. 12 Mart döneminden sonra siyasete dönüş 14 Ekim 1973 seçimleriyle gerçekleşmiştir. Seçim sonuçlarına göre; CHP oyların %33’ünü alarak 185 milletvekilliği çıkartmıştır. MHP ise oy oranını %3,4’e, milletvekili sayısını da birden üçe yükseltmiştir. MHP listesinden milletvekili seçilenler Alparslan Türkeş, Mustafa Kemal Erkovan ve Ali Fuat Eyüpoğlu’dur. MHP yönetiminin bu seçimlerde Mecliste grup kurma beklentisi olmasına rağmen bu hedefe ulaşılamamıştır.

Bu seçimlerden sonra hiçbir partiye tek başına hükûmeti kurma imkânı doğmadığından uzun pazarlık dönemi başlamıştır. Sonuçta 26 Ocak 1974’te CHP ile MSP, Bülent Ecevit’in başkanlığında bir karma hükûmet kurabilmişlerdir. Fakat Kıbrıs müdahalesi sonrasında koalisyon ortakları arasında çıkan anlaşmazlık Bülent Ecevit’in istifasıyla sonuçlanmıştır. Bu istifadan sonra güvenoyu alamamasına rağmen Sadi Irmak yeni hükûmet kurulana kadar ülkeyi yönetmiştir.

Nihayet 31 Mart 1975’te Demirel başkanlığında kurulan Adalet Partisi, Millî Selâmet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi dörtlüsünden oluşan ilk “Milliyetçi Cephe Hükûmeti” 218’e karşı 222 oyla güvenoyu almıştır.

MHP’nin siyasî arenada etkin rol oynaması bu hükûmetin kurulmasıyla başlamıştır. MHP Mecliste iki bakan ile temsil edilmiştir. Bu bakanlar; Alparslan Türkeş ve Mustafa Kemal Erkovan’dır.

Bir süre sonra partiler hükûmet icraatlarında birbirlerinin aleyhine hareket etmeye başlamışlardır. Ülkede hem ekonomik hem de sosyal durum kötüye gitmekteydi. Enflâsyon yukarı tırmanırken, terör olaylarında artış görülmekteydi.

1 Mayıs 1977’de İstanbul Taksim’deki kutlamalarda 37 kişinin ölümü ve birçok kişinin yaralanması anarşi olaylarının tırmandığının en önemli delilidir. Terör olaylardaki artış 1977 seçimlerinin dört ay öne alınmasına sebep olmuştur.

Bu ortam içerisinde yapılan1977 seçimlerinde, CHP %41 oy oranı ile 213 milletvekili çıkarmıştır. MHP ise %6.4 oy oranı ile 16 milletvekili kazanmıştır. Bu milletvekilleri şunlardır; Alparslan Türkeş, Necati Gültekin, İhsan Karaçam, Mehmet Irmak, Tahir Şaşmaz, Nevzat Kösoğlu, Cengiz Gökçek, Turan Koçal, M.Yusuf Özbaş, Mehmet Doğan, Agâh Oktay Güner, İhsan Kabadayı, Sadi Somuncuoğlu, Ali Gürbüz, Faruk Demirtola, Ömer Çakıroğlu ve Ali Fuat Eyüpoğlu.

Bu sonuçlar karşısında hükûmeti kurma görevi Ecevit’e verilmiştir. Ecevit’in kurduğu azınlık hükûmeti güvenoyu alamayınca 22 Temmuz 1977’de AP, MSP ve MHP’den oluşan II. Milliyetçi Cephe Hükûmeti kurulmuştur. Bu defa MHP kabinede beş bakanlık elde etmiştir.

MHP’nin bakanları şunlardır; Alparslan Türkeş, Sadi Somuncuoğlu, M.Oktay Güner, Cengiz Gökçek ve Gün Sazak .

II. Milliyetçi Cephe Hükûmeti gensoru ile düşürülen ilk hükûmet unvanına sahiptir. Daha sonra Ecevit’in kurmuş olduğu hükûmet yine Ecevit’in istifasıyla sonuçlanmış ve Demirel’in azınlık hükûmeti kurulmuştur.  Bu hükûmetin kurulmasında MSP ve MHP’nin büyük desteği söz konusudur. Yeni hükûmetin kurulmasına rağmen ülkede istikrar sağlanamamış, siyasî bunalım da her geçen gün artmış ve sonuçta 12 Eylül darbesi gerçekleşmiştir.

        Darbe ile birlikte devlet yönetimine el konulmuş, yasama ve yürütme yetkilerinin MGK tarafından kullanılacağı açıklanmış, kısa zamanda bakanlar kurulu kurularak yürütme yetkisinin bu kurula bırakılacağı, her kademedeki siyasî faaliyet durdurulmuş, parti başkanlarının can güvenliğini sağlamak amacı ile TSK’nin koruma ve gözetiminde belirli yerlerde ikamete tabi tutulmuşlar, parlâmento ve hükûmet feshedilmiştir.

13 Eylül 1980 tarihinde Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel Gelibolu Hamzakoy’da, Necmettin Erbakan ise İzmir Uzun Ada’da gözetime alındılar.

Bundan sonra AP’den 7, CHP’den 25, MHP’den 11, MSP’den 5 kişi de gözetime alındılar… MHP lideri Alparslan Türkeş ise müdahalenin üçüncü günü teslim olmuş ve Uzunada’ya gönderilmiştir.

27 Ekim 1980 tarih ve 2323 sayılı kanunla faaliyetleri durdurulan siyasî partiler, 16 Ekim 1981 tarih ve 2533 sayılı Siyasî Partilerin Feshine Dair Kanun ile tümden feshedildi ve partilerin para dahil taşınır veya taşınmaz bütün mal varlıkları hazineye devredildi. Aynı yasa ile 13 Temmuz 1965 tarihli SPK’de yürürlükten kaldırıldı.

29 Nisan 1981 tarihinde ise MHP hakkında “Anayasal düzenin, cumhuriyetçilik ve demokrasi ilkelerine aykırı olarak devletin tek bir kişi tarafından yönetilmesi amacına yönelik değiştirilmesine zor yoluyla kalkışmak; Türkiye ahalisini birbiri aleyhine silahlandırarak toplu kıyıma yönlendirmek, toplu kıyıma neden olmak, bu cürümlere katılmak; TCK’nin 149 ve 146. maddelerinde yazılı cürümleri, işlemek için silahlı cemiyet oluşturmak” vb. iddialarıyla askeri savcılıkça, kamu davası açılmıştır.

MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası 5 yıl, 11 ay, 8 gün sürmüş, 333 duruşmaya sahne olmuş ve 7 Nisan 1987’de neticelenmiştir. Ankara 1 Numaralı Askerî Mahkemesinde görülen 392 sanıklı davada MHP lideri Alpaslan Türkeş’e 11 yıl, 1 ay, 10 gün hapis cezası verilmiştir. Partinin genel idare kurulu üyelerinin tamamı beraat ederken 5 sanık hakkında idam cezası verilmiştir.

150 sanığın beraat ettiği davada 9 sanık hakkında müebbet hapis, 219 sanık hakkında 6 yıl ilâ 36 yıl arasında değişen hapis ve 6 sanık hakkında da görevsizlik kararı verilmiştir. 3 sanık hakkındaki dava düşerken, 2 sanık da yargılama sırasında vefat etmiştir.

Yargılama süresi içinde kalbinden rahatsızlanan Alparslan Türkeş 29 Mayıs 1983’te Askerî Mevkii Hastanesine kaldırılmıştır. 4 yıl, 5 ay, 28 gün tutuklu kalan MHP lideri tutuklu kaldığı süre göz önünde bulundurularak bir gün hapis cezasından sonra tahliye edilmiştir.

Aslında iddianamenin temel hareket noktası, MHP’de tecessüm eden Türk milliyetçiliği fikriyatını, faşizmin ve nasyonal sosyalizmin bir türevi gibi değerlendirme anlayışıydı. Bu hususa işaret eden Türkeş, “Devlet ve millet adına görev ifa eden bir makamda bulunan kişilerin milliyetçilik fikrini suçlamaları millî birliği sabote edilmek istenen bu ülkenin geleceğinde tahripkâr neticeler doğuracaktır.” değerlendirmesini yapmıştır.

Ayrıca Alparslan Türkeş 12 Eylül’le ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır; “12 Eylül Hareketi’nin yapılmasına lüzum yoktu, ülkenin her yerinde sıkıyönetim ilân edilmişti. Bu şartlar altında sıkıyönetim müesseseleri hakkıyla görevini yapsaydı, terör kısa zamanda çözümlenirdi.

12 Eylül Hareketi’nin vatana, devlete kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Türk devletinin temel felsefesi olan milliyetçiliği ezmiş, milliyetçileri lekeli ve suçlu insanlar olarak göstermiş ve Türk milletini yaşatacak düşünce olan Türk milliyetçiliğini korkulup, benimsenmemesi icap eden bir düşünce olarak insanların zihinlerine yerleştirmeye çalışmıştır.

Ülkücülere duyulan garazkârlık dolayısıyla, onları karalamak için Atatürk milliyetçiliği tabiri icat edilmiş ve ilme aykırı olan bu deyim Anayasa’ya geçirilmiştir. Oysa Atatürk’ün kendisi bile konuşmalarında “müfrit milliyetperveriz” demekle hiçbir zaman Atatürk milliyetçiliği diye bir tabir kullanmamıştır”.

Esasında 12 Eylül mahkemelerinde yapılmak istenen farklı bir milliyetçiliğin kavramlaştırılması ile MHP’nin temsil ettiği milliyetçilik anlayışının meşruiyet zeminini yok etmektir.

Yeniden Partileşme ve Muhafazakâr Parti

Yeni partilerin kurulduğu 1983’te MHP kadrolarının önemli bir bölümü ANAP’ta, daha küçük bir kısmı da DYP’de yer aldılar. MHP’yi müstakil olarak sürdürmek isteyen kadrolar ise 7 Temmuz 1983’te Muhafazakâr Parti’yi kurdular. MP’nin kurucular listesinde yer alan bazı isimler şunlardır; Mehmet Pamak, Ali Koç, Ahmet Karaca, M. Kâzım İlkhan, Ahmet Ersen, Kemalettin Toros, Kani Özden, Ahmet Özsoy ve Sabahattin Çankaya.

MHP’nin lideri Alpaslan Türkeş’in manevî desteğini de alan MP, özellikle Türk milliyetçilerini çatısı altında toplamak için büyük gayret sarf etmiştir.

Partinin ilk genel başkanlığına Danışma Meclisindeki çalışmaları ile dikkat çeken Mehmet Pamak seçilmiştir. Muhafazakâr Parti’nin kuruluş dilekçesi İçişleri Bakanlığı’na verilirken adının başında bulunan “Cumhuriyetçi” kelimesi Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine kaldırılır.

Basında MP’nin kadro ve fraksiyon itibariyle MHP’nin devamı olduğu şeklinde haberlerin yayıldığı bir sırada 26 Temmuz 1983 günü Millî Güvenlik Konseyi’nin 100 nolu kararı ile parti kurucularından 25 kişi veto edilir. Uygun görülmeyen üyeler şunlardır;

1. Mehmet Pamak 15. Mevlüt Mutlu
2. İbrahim Ahi        14. Ali Koç
3. Mehmet Çalışkan     16. Kâmil Özden
4. Sabahattin Çankaya        17. Bahadır Özel
5. Melek Denli       18. Zekâ Özkan
6. İbrahim Dönmez19. M. Kemal Özkan
7. Münir Efe          20. Ahmet Sayımlar
8. Ahmet Ersen            21. M. Ramazan Sönmez
9. Yusuf Fetvacı    22. M. Kemalettin Toros
10. M. Kâzım İlkhan             23. Ahmet Uslu
11. Yaşar İmeci            24. M. Tufan Yaşar
12. Ahmet Kahraman   25. H.İbrahim Yücel
13. Ahmet Karaca 

Büyük darbe alan MP’de genel başkanlığa veto barajını aşmayı başaran Ahmet Özsoy seçilir. Bu arada MGK, 16 Ağustos 1983 tarihinde 117 sayılı kararı ile MP’nin 19 üyesini daha veto eder. Veto edilen yeni kurucular şunlardır;

1. Emin Acar         11. Ferhat Özengin
2. İbrahim Açık             12. Asım Sonmete
3. Kâzım Atakul    13. Kenan Şahan
4. Şahin Başbuğ    14. Dürdane Şahin
5. Hüseyin Çelikcan     15. Ali Şeker
6. Kadir Demirel   16. Necati Şentürk
7. Beytullah Demirhan17. Cevdet Tosçu
8. Kenan Ertan18. M. Akif Tuncer
9. B. Özkan Gölmez       19. Mahmut Tütüncü
10. İbrahim Kocaoğlu 

Bu vetolara rağmen MP, anayasaya uygun olarak; seçimler yoluyla tüzük ve programında belirlenen (milliyetçi, muhafazakâr) görüşler doğrultusunda millî iradenin oluşmasını sağlama, demokratik devlet anlayışının tesisi amacıyla, ülke çapında teşkilatlanmasını tamamlamaya çalışmıştır.

Muhafazakâr Parti Programı “Hür Millet”, “Mili Devlet” ve “Güçlü İktidar” vadeder. Program dikkatle incelendiğinde MHP programı ile benzerlikler hemen göze çarpar.

MP’nin milliyetçileri ortak bir çatı altında toplamada yeterince başarılı olduğu söylenemez. Öncelikle, MHP davasının yol açtığı gergin ortam, milliyetçi camiada geleceği kestirebilme bakımından zorluklar doğurmuştur. İkinci olarak vetolar nedeniyle MP kuruluşunun ilk yıllında üç genel başkan değiştirmek zorunda kalmıştır. Ayrıca seçimlere katılamayış da MP için bir dezavantaj teşkil etmiştir .

1985 yılında MP içinde yeni bir kadro değişikliği gerçekleşir. Ali Koç Genel Başkan, M. Ali Erdoğan Genel Başkan Yardımcısı, İbrahim Dönmez de Genel Sekreter olur.

MP I. Büyük Kongresi 30 Kasım 1985 günü Ankara’da yapıldı. Kongrede tek aday olarak gösterilen Ali Koç Genel Başkan olurken, partinin adı “Milliyetçi Çalışma Partisi” olarak değiştiriliyordu. Türkiye üzerinde yükselen bir çınar ağacından oluşan eski parti amblemi yerine kırmızı zemin üzerinde beyaz bir hilâl ve etrafından “9 Işık”ı temsilen 9 yıldızdan oluşan yeni amblem kabul ediliyordu. 1987 yılı içerisinde MÇP iki olağanüstü kongre yaşamıştır. Birincisi Genel Başkan Ali Koç’un istifası üzerine 19 Nisan günü Ankara’da gerçekleştirilmiştir. Abdülkerim Doğru’nun Genel Başkan seçilmesiyle sonuçlanan kongrede Devlet Bahçeli Genel Sekreterliğe getirilmiştir.

MÇP Genel Başkanlığa seçilen Abdulkerim Doğru’nun eski MSP milletvekili olması birtakım tartışmalara sebebiyet vermiştir. MHP’nin temelini oluşturan milliyetçilik fikri din ile bir çatışma hâlinde kesinlikle olmamasına rağmen, “Din” karşısında “Milliyetçilik “in ikinci plâna düştüğü yorumları yapılmıştır.

6 Eylül 1987’de referandumla siyaset yasağı kalkan Türkeş, 20 Eylül 1987’de MÇP’ye kaydını yaptırmıştır. Bu gelişme sonrasında olağanüstü kongre kararı almış ve 4 Ekim 1987’de yapılan II. Olağanüstü Kongrede 210 delegenin oyunu alan Alparslan Türkeş MÇP Genel Başkanlığına seçilmiştir.

26 Kasım 1987 Genel Seçimleri MÇP için ilk ciddî sınav olmuş, ancak arzu edilen başarı sağlanamamıştır. MÇP bu seçimlerde %2.91 oranında oy almıştır.

MÇP’nin II. Olağan Kongresi 27 Kasım 1988 tarihinde gerçekleştirilmiş, Alparslan Türkeş yeniden Genel Başkan seçilmiştir. Ayrıca bu kongrede parti programında değişiklikler yapılmış ve 9 Işık doktrini temel prensip olarak programın çatısını oluşturmuştur.

MÇP, 26 Mart 1989’daki yerel seçimlerde Türkiye çapındaki oy oranını %4.1’e yükseltti. 20 Ekim 1991’de yapılan genel seçimlere ise MÇP, RP ve IDP ile seçim ittifakı yaparak girmiştir. %16.9 oranında oy alan bu ittifak parlâmentoya girmeye hak kazanmıştır.

Seçimden kısa süre sonra ittifaktan ayrılan Alparslan Türkeş ve 18 arkadaşı “Demokratik Hareket Partisi (DHP)”ni kurdular. 29 Aralık 1991’de yapılan III. Olağan Kongre de bu 19 milletvekili MÇP’ye katılmışlardır. Böylelikle DHP kendi kendini feshetmiş oluyordu. Bu kongrede Alparslan Türkeş yeniden Genel Başkan seçilmiştir. Bu dönemde parlâmentoda MÇP’yi temsil eden milletvekilleri şunlardır.

1. Alparslan Türkeş11. Mustafa Dağcı
2. İsmet Gür          12. Osman Develioğlu
3. Muharrem Şemsek   13. Seyfi Şahin
4. Tuncay Şekercioğlu 14. Musa Erarıcı
5. Rıza Müftüoğlu  15. Servet Turgut
6. Oktay Öztürk     16. Muhsin Yazıcıoğlu
7. Esat Bütün        17. Ahmet Özdemir
8. Ökkeş Şendiller18. Koray Aydın
9. Saffet Topaktaş19. Yaşar Erbaz
10. Seyit O. Sevimli 

MÇP, Mecliste grup kurma hazırlığı içinde iken 7 Temmuz 1992’de Muhsin Yazıcıoğlu’nun başını çektiği 6 milletvekili ile birlikte MÇP’den istifa ederek ve bir süre sonra Büyük Birlik Partisi adında yeni bir parti kurmuşlardı .

Yeniden MHP

Siyasî partileri kapatan 12 Eylül yönetimince yasalaştırılan “Siyasî Partilerin Feshi ve Kanun’un 19 Haziran 1982’de iptaliyle MHP’nin yeniden açılması gündeme gelmiştir. Bazı yöneticiler MHP’nin maddî ve fikrî potansiyelini kucaklayamayan MÇP’nin yeniden açılacak MHP’nin bir bileşeni olması gerektiğini savunuyorlardı.

MHP’nin yeniden açılması tartışmaları devam ederken 27 Aralık 1992 günü toplanan MHP’nin son kurultayında delegeler, partinin feshine, isminin ve ambleminin MÇP tarafından kullanılabileceğine karar vermişlerdir.

Bu gelişme üzerine 24 Ocak 1993’te yapılan Olağanüstü Kongreyle MÇP, MHP adını almış ve üç hilâlli amblemin tekrar kullanılmasına karar verilmiştir. Böylece MHP ikinci defa doğmuş, “Milliyetçi Hareket” adıyla temsil edilen yaklaşık 30 yıllık misyon, bütün olumsuzluklara rağmen ayakta kalmayı başarmıştır.

Cumhuriyet dönemi siyasî partileri içinde MHP, girdiği her seçimde oy oranını daima yükseltebilen nadir siyasî partiler arasında gösterilmektedir. MHP, milliyetçiliğin popülerleştiği bir siyasî atmosferde 27 Mart 1994 mahallî seçimlere girerek %8.18 oranında oy ile tarihindeki en yüksek gücüne ulaşmıştır.

MHP’nin bu yükselişine şüphesiz “ılımlı, makul, uzlaşmacı, sorumlu, bilge devlet adamı”, görüntüsü çizen Türkeş’in büyük payı olmuştur.

1989’da Sovyet sisteminin çöküşü ile birlikte bu sistem içindeki Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanması, 1984’ten beri devam PKK terörürün 1990’lı yıllarda doruğa ulaşması karşısında MHP’nin takip etmeye çalıştığı politika Türk kamuoyunda takdirle karşılanmış, bu durum MHP’nin yükselişinde önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca yükseliş sebeplerinden biri de sorumlu muhalefet anlayışına sahip olmasıdır.

Netice itibarıyla MHP’nin 1989 mahallî seçimlerinden sonra çizdiği yükselen grafik, fikrî alt yapısını koruyarak daha geniş kitlelerin hissiyatına tercüman olmasına, fikir partisi ile kitle partisi olmanın gereklerini bağdaştırabilen bir yapıya kavuşmasına bağlayabiliriz.

Ancak Aralık 1995’te yapılan genel seçimlerde MHP %8.18 oy toplamasına rağmen %10 barajını aşamadığı için TBMM’ye milletvekili sokamamıştır.

Alparslan Türkeş’in 1964 yılında siyasete doğrudan girmesiyle başlayıp 1969 yılında tamamlanan süreçte Türk milliyetçiliği davası, derlenip toparlanmaya, daha doktriner bir hüviyet kazanmaya başlamış, kendi özgün ve dinamik siyasi partisine kavuşmuştur. Bu süreç, dağınık, siyasi etkinliği çok zayıf ve özgüven bunalımı yaşayan bir camianın varlığını çok iyi gözlemleyen, Türk milletinin yeni bir dirlik, birlik ve kalkınma hamlesine ihtiyacı olduğunu hisseden siyasî iradenin, inancın, kararlığın ürünüdür.

Yani Merhum Liderimiz Alparslan Türkeş’in önderliğindeki kadronun iradesinin ve çabalarının eseridir. Milliyetçi-ülkücü hareket, büyük ve güçlü Türkiye’nin mimarı olarak doğmuş ve gelişmiştir. Türk milliyetçiliği hareketinin yeniden yapılandırılması aşamasını, bütün milliyetçilerin, vatanseverlerin, bütün dağınık parçaların bir araya getirilmesi ile fikri alt yapının geliştirilmesi ve projelerin ortaya konması aşaması izlemiştir. Tabi bütün bu aşamalar, çok zorlu ve uzun soluklu bir mücadeleyi, ilmik ilmik örülme anlamında zahmetli çabaları ifade etmektedir. Çünkü Türk milliyetçileri, önlerine çıkartılan bir çok engeli aşmak, yoğun karalama kampanyalarını göğüslemek için olağan üstü çabalar sarf etmek zorunda kalmışlardır. Türk milliyetçiliği davasının doğrudan siyasi alana taşındığı, yani rahmetli Başbuğumuzun Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin genel başkanı seçildiği günden itibaren başta faşizm olmak üzere sürekli eleştiriler yöneltilmesi, Türk gençliğinin çeşitli oyunların içine çekilmeye çalışılması Milliyetçi Hareket’in gelişimini etkilemiştir. İşte milliyetçi-ülkücü hareket, bir taraftan bu tür karalama kampanyalarıyla ve terör belasıyla uğraşmak, bir tarafta da dünya ve ülke sorunlarıyla ilgilenmek, çözümler üretmek durumunda kalmış, siya-si hayatın gereklerini yerine getirmeye çalışmıştır. Bu mücadelenin bir de imkansızlıklar içinde yürütüldüğü düşünüldüğünde, anlamı, önemi ve büyüklüğü daha iyi anlaşılmaktadır.

Parçalama teşebbüslerine göğüs germe zorunda kalınmıştır. Ancak, Milliyetçi Hareket kısa süre içinde Türkiye’nin ve Türk dünyasının tekrar parlayan yıldızı olmayı başarmıştır.

Alparslan Türkeş’ten Devlet Bahçeli’ye “Türkiye’nin, tarihiyle, toplumuyla ve devletiyle, kısaca ülkesiyle Sürekli kavgalı “aydın sendromunu Aşması gerekmektedir. Ülkemiz mesaisini sorunları ve farklılıkları Derinleştirmek için harcamayan; “eleştirel” olmanın yanında, geçmişiyle ve milletiyle barışık yaşayabilen, geleneğine sahip çıkabilen aydın anlayışına her zamankimden daha çok ihtiyaç duymaktadır”. (Devlet Bahçeli,1997)

04-04-1997 cuma gecesi MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in vefatıyla Genel Başkanlığa vekaleten MHP Genel Başkan Yardımcısı Tuğrul Türkeş getirildi. Daha sonra Genel Başkanlık koltuğunu geçiş dönemi kongrelerinin ilki olan 6.7.1997’de yapılan seçim ile Devlet Bahçeli kazanmıştır.

Bu arada Sadi Somuncuoğlu, Kubilay Uygun ve İsmail Köse’nin katılımlarıyla MHP parlâmentoda temsil edilme imkânı buldu. Ancak Kubilay Uygun bir süre sonra MHP’den ayrılmıştır. Daha sonra Şaban Karataş MHP’ye katıldı.

23 Kasım 1997’de yapılan olağan MHP Büyük Kongresi’nde Genel Başkan yine Devlet Bahçeli olarak tescil edilmiş, Merkez Yürütme ve Merkez Karar Kurulu yeniden seçilmiştir.

23 Kasım kongresi sonucu oluşan parti üst kurulları şu isimlerden meydana gelmiştir: Merkez Yürütme Kurulu; İsmail Köse, A. Halûk Çay, Ercüment Konukman, Atilla Kaya, Muhittin Çolak, Sadi Somuncuoğlu, Tunca Toskay, Gazanfer Akçin, Nevzat Kösoğlu, Şuayip Üşenmez, Enis Öksüz, Necati Gültekin, Emin Çarıkçı, E. Semih Yalçın, M. Ziya Yılmazbilen, Mehmet Gül, Şefkat Çetin, Abdurrahman Küçük, Dursun Çobanoğlu, Eyüp Aktepe, Osman Durmuş, Faruk Keskinkılıç, Koray Aydın, Murat Sökmenoğlu, Murat Şefkatli, Mustafa Verkaya, Recai Yıldırım, Suat Başaran, Halûk Tokuçoğlu, Nilgün Bayraktar, Raif Babaoğlu, Sabahattin Çakmakoğlu, Adnan Uçaş, Ruhi Bacanlı, Şevket B. Yahnici, A. Erol Aksoy, Bülent Didinmez, İlhami Yılmaz, Kazım Ayaydın, Ömer İzgi, Nazif Okumuş, Y. Bülent Bakîler, Naci Büyükçelebi, S. Turan Çirkin, Talip Kaban, Ahmet Bukan, Ali Helvacı, M. Sait Gönen, Ali Güngör, Özdemir Akı, Ali Koç, Edip Özbaş, Halil Harman, Hüseyin Köroğlu, Oktay Demir, Ümit Şafak, Ümit Sarıtaşlı, Erdem Şenocak, Ali Akçan, Ferruh Sezgin, M. Akif Uysal, Saim Tekin, Ercan Koç, Hasan Özarslan, Haydar Meral, A. Yüksel Fermanlı, Musa Erarıcı, Engin Tokdemir, Mehmet Aktürk, Muzaffer Çakmaklı, Nevzat E. Kumandaş, Hasan Albay, Ahmet Özsoy, Yunus Meral, M. Yusuf İnanç, Mustafa Mit, İsmet Büyükataman, Habib Akbal, Halit Kanak, Ö. Halûk Pirimoğlu, Muhammet Öztürk, Mehmet Alp, Mustafa Baktır, Orhan Polat, Olcayto Turhan.

Merkez Karar Kurulu; Ali Büyükşen, Emsalettin Cengiz, Mustafa Çakır, Cumhur Saraç, Mevlüt Dedeoğlu, Mümtaz Coşkun, Fevzi Gürbüz, Ahmet Berberoğlu, İbrahim Aydemir, Muharrem Yüksel, Fahrettin Koçyiğit, Muzaffer Ayaşlıer, Müfit Kır, Turan Türküm, M. Ali Aydoğan, Turgay Tüfekçioğlu, İrfan Büyükbaş, Şerafettin Toperi, B. Yaşar Öztürk, İshak Yılmaz, İlyas Demirbaş, Osman Şen, Ali Taşkın, Aysel İzgi, Bülent Belen, C. Bilge Şahin, Edip Tiryaki, Hasan Doğan, Hilmi Kadayıfçı, İlker Meral, Kadir Vardar, Mehmet Kundakçı, Mehmet Öncül, Muzaffer Aksın, Orhan Koçak, Ömer Alkan, Ömer Demir, Salih Erbeyin, Temel Camadan, Yaşar Karşılayan, A. Fatin Özdemir, Abdullah Kuş, Abdurrahman Ekşi, Ahmet Sarı, Ali Halaman, Ali Çavuş, Ali Erol, Ali Şahin, Arif Gül, Ata Türkoğlu, Atilla Saygı, Baki Küçükokudan, Bülent Erener, Cumali Durmuş, Çetin Çıplak, Davut Özdemir, Derya Kadıoğlu, Durak Ayerdem, Emin Bektaş, Enver Yeşilkayalı, Ertuğrul Koca, H. İbrahim Turanboy, Halis Sarışen, Hasan Güzel, Hatice Babalı, Hediye Akdere, Hüseyin Alınak Hüseyin Baş, Hüseyin Arpaözü, İbrahim Fidan, İhsan Barutçu, Kemal Köse, M. Nuri Çomaklı, Mehmet Gürcan, Metin Demirkol, Murat Saltuk, Mustafa Oğuz, Mustafa Günaydın, Mümin Küçük, Namık Durak Aksoy, Necmettin Gökkaya, Nevzat Altıntaş, Nurettin Altay, Ömer Bağcı, Raif Çiçek, Selim Bilge, Şemsi Erdem, Şükrü Doğan, Şükrü Akşan, Yaşar Erkalan, Yavuz Ceylan, Süleyman Uçan, Burhanettin Kocaman, Mehmet Çelik, İdris Hayal, Emin Ateş, Mehmet Güven, İnci Kavas, Ali Kemal Baycan, Sami Bekar.

Kongre sonrasında seçilen Başkanlık Divanı ise şu isimlerden meydana gelmekteydi; Devlet Bahçeli (Genel Başkan), Sadi Somuncuoğlu, Enis Öksüz, Abdulhalûk Çay, Tunca Toskay, Eyüp Aktepe, Sabahattin Çakmakoğlu, Ömer İzgi, Şefkat Çetin, Mustafa Verkaya, Koray Aydın, Murat Sökmenoğlu, Nazif Okumuş, Murat Şefkatli, Faruk Keskinkılıç, Ali Helvacı, Raif Babaoğlu, Bülent Didinmez, Turan Çirkin, Saim Tekin, Adnan Uçaş, Engin Tokdemir ve Ümit Şafak.

İdeolojilerin, inançların veya fikir akımlarının rollerinin değişmesi, popülaritesinin konjonktürel olarak azalması veya çoğalması mümkündür. Ancak insanlık var olduğu müddetçe fikir ve ideolojiler hiçbir zaman yok olmayacak, hayatiyetlerini devam ettireceklerdir . MHP de, Alparslan Türkeş ile sistemleştirdiği ve hayat verdiği dünya görüşünü ve ideolojisini, bundan sonra yeni lideri Devlet Bahçeli ile takip edeceği siyasetine ve programına esas ittihaz edecektir.

Alparslan Türkeş’ten sonra onun arzusu ve isteği doğrultusunda Milliyetçi Hareket Partisi, dimdik ve güçlü şekilde ayakta durmakta, Türk milletinin yegâne ümidi hâline gelmiş bulunmaktadır. Bunun sebepleri arasında, Alparslan Türkeş gibi karizmatik ve bilge bir lidere ve onun yetiştirdiği kadrolara sahip olması gösterilebilir. Türk milliyetçileri, bu gerçeği hiçbir zaman unutmadan Başbuğlarının gösterdiği büyük hedeflere doğru akıp giden kutsal yolculuklarına yılmadan ve yorulmadan devam edeceklerdir.

Türk milletinin geçmişi ile bugünü arasında köprü vazifesini gören MHP, temel referans noktalarını ve hedeflerini koruyarak kitlelerle kucaklaşan bir fikir ve kadro partisi olarak yoluna devam edecektir.

Türk milliyetçilerinin, 21. yüzyılın ilk yarısındaki ana hedefleri olan Lider Türkiye ülküsünü realize etmek ve Türk dünyasının birlikteliğini sağlamak için ellerinden gelen bütün gayreti gösterip başarıya ulaşacaklarından hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.

23 Kasım 1997 tarihinde yapılan Milliyetçi Hareket Partisi Olağan Kongresi, parti merkez kurullarının tespitinin yanı sıra, daha önce seçilmiş bir  Genel Başkan olarak Sayın Devlet Bahçeli’nin liderliğinin teyit ve tescili anlamını ifade eder. Milliyetçi Hareket Partisi’nin Genel Başkanı olan  zat, sanılanın aksine sadece bir siyasî partinin genel başkanı değil aynı zamanda ateşle imtihan  edilmiş bir kadronun  lideridir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin bir kadro ve fikir hareketi olduğu doğrudur; ancak bu temel felsefenin kabulü ile birlikte kadrosu ve misyonuyla barışık bir lider anlayışının ülkücü camiada daima var olduğu da bilinen bir gerçektir.

        Ülkücülerin kabul ve tasdik ettiği liderlik kavramının temelini Türk devlet geleneğinde bulmak mümkündür.   Türk devlet anlayışının tarihî temellerinden hareketle ülkücülerin kabul ettiği liderlik, günümüzde modern demokrasilerde görülen yeni bir anlayışın ifadesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla ülkücüler “Hazar Hakanı” görünümündeki bir liderlik anlayışını hiçbir dönemde kabul etmemişlerdir.

Alparslan Türkeş Okulu’nda yetişmiş olan Devlet Bahçeli’nin şahsiyetinde var olan liderlik vasıfları ile birlikte kabul ve anlaşılması gerektiği yönündeki düşüncelerimizin, bir siyasî partideki liderlik hegemonyası ile karıştırılmaması gerekir. Her şeyden önce şu temel gerçek ihmal edilemez; Sayın Devlet Bahçeli bu ülkenin asıl sahibi olan ülkücülerin hür iradeleri sayesinde önce bir fikir hareketinin, kaynağını Türk tarihinden almış bir misyonun lideri olarak, daha sonra da bu hareketi kadrosuyla birlikte siyasî iktidara taşıyacak bir Genel Başkan olarak seçilmiştir.

Merhum Alparslan Türkeş’ten kalan miras sadece onun görüş ve düşünceleri değildir, aynı zamanda onun sağlığında, gelişmeler karşısında ortaya koyduğu davranış biçimi ve pratikleridir. İşte bütün bu unsurlar ülkücüleri etkilemiştir. Alparslan Türkeş’in karizmasıyla kabul ettirdiği liderlik biçimi, halefi olan Devlet Bahçeli’de de aranmıştır. Ülkücü irade Alparslan Türkeş’te gördüğü liderlik vasıflarını Sayın Bahçeli’de de görmüş ve bu sebeple onun bir lider olarak mevcudiyetini tanımış ve tasdik etmiştir.

Ülkücü Hareketin lideri, ilelebet devam edecek bir misyonun birinci derecede sorumlu İlteber’i olmalıdır. Bununla birlikte, Türk milletinin var olduğu devirlerden itibaren, daima devamlılık arz ettiğine inandığımız Türk milliyetçiliği fikriyatını ve bu fikriyatın siyasî misyonu olan Milliyetçi Hareket Partisi’ni bir lider ve kadro hareketi olarak birlikte mütalâa etmek gerekir.

        Esasında 23 Kasım tarihli Kurultay’ın ortaya koyduğu irade, bu gerçeğin tespiti ve gözler önüne serilmesidir. Artık asıl olan, delege iradesiyle tespit edilmiş mevcut yapının yüklenmiş olduğu vazifeyi yerine getirmesidir. Bu vazife, millî iradenin tecellisi sonucu elde edeceği siyasî iktidar vasıtasıyla önce Türk milletinin mutluluğu, daha sonra da kültürel ve iktisadî manada “ittihat-ı etrak” ve “ittihat-ı İslâm” ideallerinin tatbiki olmalıdır.

Dikkat edilirse mefkûremiz, her zamanki gibi yine büyük manaları ve gayeleri ihtiva etmektedir. İdeallerimizi gerçekleştirme vasıtası ise bizatihi Türk milletidir. Milletinin sinesinden doğmuş ülkücüler ise bütün bu ideallerin “emniyet subabı” dır. Bu sebeple ülke çıkarları adına hayatî öneme sahip olduğuna inandığımız Ülkü Ocaklarının mevcudiyetine zarar verebilecek hiçbir teşebbüse imkân ve fırsat verilmemelidir.

Çünkü yukarıdan itibaren izahına çalıştığımız misyonun “iç dinamiği ” Ülkü Ocakları’dır. Ülkü Ocaklarının eksikliklerini dile getirmek suretiyle tenkidi mümkündür. Ancak bu müesseseyi tenkit sadece Ülkü Ocaklılara ait bir iş olmalı ve tenkit edişteki gaye, “Terakki” fikrine hizmet etmelidir. Bunun aksi her türlü düşünce ve teşebbüs Türk milliyetçiliği fikrine hizmet eden fevkalâde önemli teşekküllerden birisi olan Ülkü Ocaklarına zarar verir.

Ülkü Ocakları yeni yetişen neslin, genç Türklerin kültür ocağıdır. Ülkü Ocakları siyasetle uğraşmaz, ancak siyasî arenaya milliyetperver idealistler yetiştirir. Ülkü Ocakları, kavgaya sebep olmaz, ancak hukukî ölçüler dahilinde nefsi müdafaa hakkı saklıdır.

        Ülkü Ocaklarının var oluş sebebi merhum Alparslan Türkeş’tir. Mazide ona bir sembol olarak Başbuğ sıfatını veren Ülkü Ocakları olmuştur. O hâlde gelenek devam etmeli ve Ülkü Ocaklarının devamlılığı, ülkücülerin İlteber’i Devlet Bahçeli’nin liderliğinde gerçekleştirilmelidir.

Fakat MHP ve Lideri Alparslan Türkeş her zaman siyasetin merkezinde olmuşlardır. Ülkücülerin gözünde Türklerin Başbuğu olan Alparslan Türkeş’in

4 Nisan 1997 günü vefat etmesiyle MHP uzun süren bir kongreler dönemine girmiş,

Neticede Dr. Devlet Bahçeli genel başkanlığa seçilmiştir.

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in ölümünden sonra, 18 Mayıs 1997 tarihinde gerçekleştirilen parti kongresinde 6 aday genel başkanlık için yarıştı. Birinci tur oylamada Tuğrul Türkeş 412, Devlet Bahçeli 359, Ramiz Ongun 231, Enis Öksüz 104, Muharrem Şemsek 80, İbrahim Çiftçi 13 oy aldı. Çıkan kavga nedeniyle kongre ileri bir tarihe ertelendi. 6 Temmuz 1997’de yapılan ikinci tur oylamada Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş 487 oy alırken, 697 oy alan Devlet Bahçeli genel başkanlığa seçildi. 23 Kasım 1997’de yapılan olağan kongrede Bahçeli ve Türkeş, genel başkanlık için tekrar karşı karşıya geldi. Yapılan seçimde 483 oy alan rakibi karşısında 671 oy alan Bahçeli tekrar genel başkan seçildi.

1999 yerel seçimlerinde Afyonkarahisar, Aksaray, Amasya, Bayburt, Çankırı, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Iğdır, Isparta, Kastamonu, Karaman, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Malatya, Muş, Niğde, Osmaniye, Uşak ve Yozgat illerinin belediyeleriyle beraber toplam 498 belediye kazandı.

MHP, 1999 Türkiye genel seçimlerinde %17,98 oy alarak DSP’nin ardından en çok oy alan ikinci parti oldu ve 129 milletvekili çıkardı. Kurulan DSP-ANAP-MHP koalisyonunda, biri başbakan yardımcılığı olmak üzere 12 bakanlık alarak, ikinci büyük koalisyon ortağı oldu. Ecevit Hükümeti’ne katılırken Rahşan Ecevit’le sorun yaşayan MHP, yine de koalisyonda uyumla çalıştı, ancak ekonominin çökmesi üzerine dışarıdan getirilen Kemal Derviş ile uyuşamadı. Parti, Rahşan Affına destek verdi ve af yasasının çıkarılmasını sağladı. Eylül 2002’ye gelindiğinde TBMM’de 125 milletvekili kalmıştı.

Daha sonra iktidardayken Genel Başkan Devlet Bahçeli’nin isteği üzerine Temmuz 2002’de alınan kararla erken seçime gidildi. 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerde MHP için büyük bir yıkım oldu ve %18 olan oy oranı %8,3’e düştüğünden MHP parlamentoya giremedi.

2002 seçimlerinde partinin seçim barajı altında kalarak TBMM’de temsil edilme imkanını yitirmesinden sonra Genel Başkan Bahçeli, “Sorumluluk şahsıma aittir” diyerek, 2003’te toplanacak olağanüstü kurultayda genel başkanlığı bırakacağını açıkladı. 12 Ekim 2003’te toplanan parti kongresinde Bahçeli, en yakın rakibi Ramiz Ongun’un 300 oyuna karşılık 688 oy alarak yeniden genel başkan seçildi.

2004 yerel seçimlerinden de Kastamonu, Niğde, Gümüşhane, Iğdır illerinin belediyeleriyle beraber toplam 247 belediye kazandı. 1999’da kazandığı Kırklareli CHP’ye diğer şehirler AK Parti’ye geçti.

2007 Türkiye genel seçimlerinde %14,29 oy alarak 71 milletvekilliği kazanmış ve mecliste yeniden grup kurmuştur.

2009 yerel seçimlerinde, biri Büyükşehir olmak üzere 10 ilin belediye başkanlığını, toplamda da 490 belediye başkanlığı kazanmıştır. Bu seçimde AK Parti’nin elindeki Adana, Balıkesir, Isparta, Manisa, Karabük, Osmaniye, Uşak ve DSP’nin elinde bulundurduğu Bartın belediye başkanlıklarını kazanırken kendi elinde bulundurduğu Niğde belediyesi AK Parti’ye geçti. Ayrıca Gümüşhane ve Kastamonu belediyelerini de tekrar kazandı.

 2015 genel seçimleri öncesindeki Ankara mitinginden bir görüntü.

2011 Türkiye genel seçimlerinde %14,27 oy almış ve mecliste 53 milletvekilliği kazanmıştır. Iğdır’da en yüksek oyu almıştır.

2014 Türkiye yerel seçimlerinde AK Parti’nin elinde bulundurduğu Kars’ı ve CHP’nin elinde bulundurduğu Mersin’i kazandı. Adana, Isparta, Karabük, Manisa, Bartın ve Osmaniye belediyelerini de tekrar kazanırken, Balıkesir, Kastamonu, Gümüşhane ve Uşak belediyeleri AK Parti’ye geçti. Ayrıca il belediyeleriyle beraber 116 belediye kazandı.

Haziran 2015 Türkiye genel seçimlerinde %16,29 oy alarak 80 milletvekilliği kazanmış ve yeniden grup kurmuştur. Birinci olabildiği tek il ise Devlet Bahçeli’nin memleketi Osmaniye olmuştur.

Kasım 2015 Türkiye genel seçimlerinde %11.94 oy alarak 40 milletvekili çıkartmıştır ve grup kurmuştur.

Kurultay süreci

 Muhaliflerin öne çıkan ismi Meral Akşener, Mayıs 2016’da olağanüstü kongrenin engellenmesi üzerine konuşma yapıyor.

Kasım 2015 Türkiye genel seçimlerinden sonra MHP’de 547 delege olağanüstü kurultay taleplerini MHP Genel Merkezi’ne iletti. Meral Akşener, Sinan Oğan ve Koray Aydın kurultay çağrısında bulundu ve genel başkan adayı olduklarını açıkladılar. Fakat Bahçeli yaptığı açıklamayla kurultay çağrılarını reddetti, kurultay tarihi olarak 18 Mart 2018 tarihini işaret etti.[46] Muhaliflerin avukatları “Kurultay Çağrı Heyeti” oluşturularak, partinin olağanüstü kurultaya götürülmesi talebiyle Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açtı. Parti yönetimi imzalarla ilgili açılan davada karar vermek için Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesinden süre istedi.[46]

Bahçeli’ye karşı genel başkanlığını ilan eden 6 muhalif adayın katılımıyla MHP’nin 6.Olağanüstü Büyük Kongresi toplandı. Tüzük kurultayı olarak tanımlanan kongrede, genel merkez aksini iddia etse de kurultay toplanma sayısına ulaşıldığı noter huzurunda teyit edildi. Kongrede kabul edilen değişiklik önerileriyle parti tüzüğündeki 13 madde yenilendi. Değişikliklerle birlikte parti tüzüğündeki ‘olağanüstü kurultaylarda genel başkan seçimi yapılmasını’ engelleyen madde ‘seçim yapılabilir’ şeklinde değiştirildi.

 Partinin 12. olağan kurultayından bir görünüm (18 Mart 2018)

2018 Türkiye genel seçimlerinde AK Parti ile Cumhur İttifakı’nı kuran MHP, %11,10 oy alarak 49 milletvekili kazandı. 2018 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday çıkarmayarak AK Parti Genel Başkanı ve Recep Tayyip Erdoğan’ı destekledi.

2019 Türkiye yerel seçimlerinde AK Parti ile Cumhur İttifakı’nı devam ettiren MHP; AK Parti’nin elindeki Amasya, Bayburt, Çankırı, Erzincan, Karaman, Kastamonu ve Kütahya belediye başkanlıklarını kazanırken Bartın, Karabük, Manisa ve Osmaniye belediyelerini de tekrar kazandı. Isparta belediyesi AK Parti’ye, Adana ve Mersin belediyeleri CHP’ye ve Kars belediyesi HDP’ye karşı kaybedildi. MHP il belediyeleriyle birlikte 166 belediye kazandı.

 

e – Posta:   HasKurt ÖzKurt

Bu site  HasKurt  ÖzKurt  Tarafından  hazırlanmaktadır