Back to Top
 
 
 
 
ÜLKÜCÜLER VAR OLDUKCA GÖKTE YILDIZ YERDE TÜRK PARLAYACAK

Türkler, özellikle Oğuz Türkleri arasında cihan hakimiyetinin sembolü olarak ifadesini bulmuş bir mefhum veya mefkuredir. Kızılelma, Türklerin yasadıkları bölgeye göre bati yönünde ulaşılması gereken bazen bir belde, bazen de bir ülkedeki taht veya mabet üzerinde parıldayan veya cihan hakimiyetini temsil eden som altından yapılmış kızıl renkli altın bir yuvarlak yahut top olarak tahayyül edilmektedir.  

Bu altın top bazen zaferin işareti, bazen hakimiyetin sembolü, bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yerin sembolü olarak ifade olunmuştur.  Türklerde çok eski inanç ve töreye dayanan Kızılelma, Türkistan sahasından Hazar denizinin doğusundan gelen Oğuzların, Hazar kağanının ipek çadırının üzerinde hakimiyetin ifadesi olarak bulunan altın top (Kızılelmayı) ele geçirmeyi ülkü edinmişler. 

Buradan İran’da hüküm süren Türk boylarına, oradan da Osmanlılara geçmiştir. Osmanlı Türk devletinin Macaristan’da bulunan Kızılelmayı bulup ele geçirmelerinden sonra fethetmek istedikleri yerlerde bir Kızılelma’nın varlığına inandığı ve bu uğurda mücadele ettiği görülmektedir. Türkler, inandıkları Tek Tanrının dünya hakimiyetini kendilerine ihsan ettiğine iman etmişlerdi. Bunu Bilge Kağan’ın; “Tanrı irade ettiği için tahta oturdum; dört yandaki milletleri nizama soktum” sözlerinden de anlamaktayız. Yine Bilge Kağan’ın ağzından Türk imanı şöyle ifade edilmekteydi; Türk Tanrısı, milleti yok olmasın diye babam İlter is Kağan’ı ve anam il Bilge Hatun’u   gökten tutup yükseltmiştir.   Oğuz Kağan’ın doğumundan itibaren ilahi bir nurla beslendiği tarihi ve efsanevi kaynaklarda yer almaktadır. Oğuz Kağan’ın Tanrı tarafından ilâhî kudretle teçhiz edilmesinin yanında yardımcısı ve rehberi de ayni kaynaktan beslenmiştir. Gökten indirilmiş Gök-Börü (Bozkurt) Oğuz’un seferleri sırasında ona  kılavuzluk  yapar. Oğuz Destanında geçen su mısralar bunu en güzel şekilde izah etmektedir: 

“Ben sizlere oldum kağan        
 Alalım yay ile kalkan        
 Nisan olsun bize buyan    
 Bozkurt olsun bize uran”   
 

Turdı Han’ın 598 yılında Bizans imparatoru Maurikianur’a   gönderdiği mektupta geçen; “Dünyada yedi iklimin efendisi ve yedi irkin kağanı…” ibaresi ile Tuna Bulgarlarının hani Mele mir Han’ın kendisi ve sahsında ifadesini bulan Türkler için kullandığı; “Tanrı tarafından gönderilmiş Tanrı’ya benzer Mele mir Han…” ifadesi Türk milletinin İslamiyet’ten önceki dönemde Tanrı tarafından kutlu kilinmiş olduğu inancını göstermektedir. Bu ve buna benzer çeşitli inançlar, Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra da devam etmiştir.  Kendilerini Tanrı tarafından dünya nizamini sağlamak için gönderildiklerine inanmışlardır.  Zira Türk insaninin mücadeleci ruhu ve cihan hâkimiyeti ülküsü İslami inanışa da uygundu.  İslamiyet’ten önce kahramanlara verilen alp’lik unvanı, İslamiyet’ten sonraki dönemlerde alp-eren seklini alıyor, böyle hayat buluyordu. “Benim Türk adını verdiğim ve şarkta yerleştirdiğim bir ordum vardır. Bir kavme gazlandığım zaman onları o kavmin üzerine saldırtırım” mealindeki hadis-i kutsi, İslam dünyasında Türkler hakkında söylenen rivayet ve kehanetlere örnektir. Hz. Muhammed’in; “Horasan’da Arap olmayan, güzel yüzlü hakim bir insan zuhur edecek; onun adi da benimki gibi Muhammed olacak ve Büveyhilerin baskısına son verecektir. Horasan’dan Büyük Dervazat’a kadar fetihler yapacak. Irak, İran ve Mekke hutbelerinde adi okunacaktır ” mealindeki hadis ile “Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız” mealindeki hadisler bütün İslam dünyasında dilden dile yayılmaktadır, bilinmektedir.

Türkler, gerek İslamiyet’ten önceki Gök Tanrı inancı zamanında, gerek İslami dönemde kendilerinin Tanrı tarafından dünyaya hükmetme ve adaleti sağlamak için yaratıldıklarına ve hayat felsefesinin bu düşünce ile şekillenmesi gereğine inanmışlardır.  Eski dönemlerden itibaren dünya nizamini sağlamak üzere mücadele eden Türk milleti, İslamiyet’i kabul ederek maddi ve manevî yönden bir yükselişe erişmişlerdir.  

İdeallerini, kendilerinin dünya nizamini sağlama ülkülerini bu iman kaynağından beslemişlerdir. Bu kaynak Kızılelma’nın manevi yönünü teşkil eder. Tarih ilminin tespit ettiği ve kendine mahsus ileri bir kültür örneği olan Bozkır kültürü, M.Ö. l500-l700 yılları arasında teşekkül eden ve yasayan örnek bir kültür olarak bilinmektedir.  Atin ehlîleştirilmesi ve demirin ileri bir teknikle islenmesi bu kültürün önemli özelliğidir. Mücadeleci bir yapıya sahip olan Türk milleti, bunun gereği olarak ihtiyaçları ölçüsünde seyyar evler, hasta haneler ve eğitim kurumları yapıyorlardı. Bu hâl onların kolay hareket etmelerine, mekân değiştirmelerine imkân sağlıyordu. Bunun yanında medeniyetin ölçüsü sayılan giyinme, en pratik ve en kullanışlı seviyededir. Madde ile ruh, mazi ile hâl ve muhafazakârlık ile inkılapçılık, Türk insaninin yapısında öyle kaynaşmıştır ki, bu kaynaşmanın eseri, siyasî, içtimaî ve hukukî nizam, Türk devletlerinin ihtişamında belirerek yüzyıllarca yasamış ve milletin yasamasını sağlamıştır. 

Bu birleşme, Türk milletinin sosyal yapısı ile yakından ilgilidir.  Sosyal yapının çekirdeği olan ailenin sağlam olması, bunun urug, boy, budun seklinde teşkilatlanması, buradan devletin dogmasına ve devlet kanalıyla bir milletin ideallerini gerçekleştirmesi sonucunu getirmektedir.  Aile, urug, boy ve il (Devlet)in sağlam teşkilatlanması bir yandan millî ideallerin ve mefkûrelerin birliğini sağlıyor, bir yandan da Türk ruhundaki dinamizm ve hürriyet fikrinden olsa gerek, büyük devletlerin kurulması yanında parçalanmayı da beraberinde getiriyordu.  Bu tarz kati devletçilik sekli, âdeta kendi arasında bir yarışa zemin hazırlıyor, Türkün Kızılelma’ya gitmesini daha da dinamik kılıyordu. Türk milletinin sosyal yapısı, sosyal yapıyı ayakta tutan maddî ve manevî dinamikler, onların Kızılelma’ya yol almalarını gerektirmekteydi. Binlerce yıldan beri milletin şuuraltına yerleşen bu duygu, tarihî dönemler itibariyle yeniden zuhur ediyor, yeniden millete hayat veriyordu.  Onların hayata sıkı sıkıya bağlanmalarını ve kendi dinamiklerini korumalarını sağlıyordu.  Oğuz Han’dan Alparslan Türkeş’e kadar Kızılelma ülküsü  Türk milletinin var olma ve idare etme  idealinin en üst seviyede olmasına işaret sayılır.

Oğuz Kağan, hâkimiyetin sembolü olarak altın evini kurar, altın evin kurulmasından sonra sefere çıkar. Bunlardan ilki Hint seferidir. Hint ve Çin ülkelerini topraklarına katan Oğuz Han’ın elde etmek istediği Pekin Kızılelması’dır. Tarihçiler Çin’in (Pekin) Kızılelma olarak telâkki edildiği konusunda ittifak etmişlerdir. Karanlıklar ülkesi, Çin ve Hint ile bütün Orta Doğu ve Kafkasları birleştiren ve burada hâkimiyet tesis eden Oğuz’dan sonra Hunlar tarih sahnesine çıkarlar. Batılıların Tanrının Kılıcı diye isimlendirdiği Atilla’nın hedefi batidir. Ares Kılıcı olarak isimlendirilen dünya hâkimiyetinin vasıtası olan kılıç, Atilla’nın Kızılelma olarak batiyi seçmesine vesile olmuştur. Abdalan-i Rum, alp eren Şeyh Edebali ve onun damatları Osman Gazi ile Dursun Fakı…Oğuz’un Anadolu’daki Korkut Atasıdır. Osman Gazi’ye Selçuklunun bittiğini belirtir ve “Ona sultanlık veren Tanrı bana hanlık verdi. Eğer minneti su sancak ise ben kendi sancağımı götürüp uğraştım. Eğer o, ben Al-i Selçuk’um derse ben de Gök Alp (Oğuz Han) oğluyum” dedirtir. Osmanlı Türk Devleti bu düşünceler üzerine kurulduktan sonra Kızılelma denilen büyük idealde açılım kazanır. Osmanlının ilk Kızılelma’sı, Anadolu’da beylikler dönemine son verip Türk birliğini sağlamak olmuştur. Bunun için çeşitli mücadelelere girişen Osmanlılar, kardeş katiline kadar varan büyük fedakârlıklar göstermekten çekinmezler. Gerek iç mücadeleler gerek Moğol istilası bir yandan sıkıntılar getirirken, bir yandan da büyük ideallerin gerçekleşmesi için dinamik bir güç oluşturur.  Sadece Türk milleti için değil, dünyadaki bütün milletler için kavsak noktası olarak bilinen ve kendine mahsus özellikleri haiz olan İstanbul, Osmanlının büyük Kızılelma’sı olarak görülür. Hakkında çeşitli rivayetlerin dilden dile dolaştığı İstanbul, Fatih Sultan Mehmet’in dahiyane idare ve olağanüstü iradesiyle Türklerin hâkimiyetine girer.

Hz. Muhammed’in; “İstanbul muhakkak fetih olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onun askerleri ne güzel askerlerdir” hadisi ile müjdelenen ideal, hayata geçirilir.  İstanbul’un fethine kadar anlatılan, ancak İstanbul’un fethi ile olgunlaşan Kızılelma, Türk’ün dünyaya hâkim olma duygusunun bir ifadesi olarak hayata geçmiştir.  Evliya Çelebi, Hz. Muhammed’in doğumunda ateş gedelerin sönmesi ve Tak-i Kisra’nin sükûtu gibi harikulâde hadiseleri anlatırken Ayasofya kubbesiyle birlikte İstanbul Kızılelma’sının düştüğünü zikretmektedir. İstanbul’un fethinden sonra Türk milleti için Kızılelma Roma’ya, St. Pierre’nin kubbesine tasnır. Burası Katolik dünyasının kalbidir. Türklerin hedefi artık Roma’dır. Zira Fatih döneminde yapılan Ortanda (İtalya) seferinin sebebi de budur. Roma Kızılelma’sının düşürülmesidir.  Atilla’dan sonra Roma’yı düşürmek Osmanlı Türklerinin büyük hedefleri arasındadır.  Bir efsane Kızılelma’nın Roma’ya taşındığını anlatır ve Türk’ü Roma’ya koşturur. Efsaneye göre, Kızılelma, Dağıstan’dan I. Anusirvan tarafından İran hazinesine konulmuş, oradan da Roma’ya kaçırılmıştır. Bu anlatım tarihî kaynaklarda yer almaktadır. Bundan başka çeşitli mektup örnekleri, elden ele dolaşarak Türkleri Kızılelma’ya (Roma) davet eder.

Bir başka Kızılelma ise Macaristan’dır. Kızılelma, tarihimizde Türk birliği olarak da telâkki edilmiştir. Azerbaycan sahasından Ahun zade Mirza Fethi Ali Bey’in yaktığı; dilde Türkçülük meşalesi, İstanbul’dan eğitim sahasında Süleyman Pasa tarafından yakılmaya devam edilmiştir.  Buharalı Şeyh Süleyman Efendi’nin İstanbul’a taşıdığı Türk birliği fikri, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Cevdet Pasa, Şemseddin Sami, Necip Asim Bey ve Velet Çelebi tarafından yasatılmaya başlanmıştır. Özellikle 19. yüzyılın sonunda l898 yılında Türk-Yunan savasının olması, Türkiye’de Türkçülük fikrinin daha süratli kabul görmesini sağlamıştır. Dönemin aydınları, bir yandan Selanik’te Genç Kalemler hareketini başlatırken, bir yandan da İstanbul’da Türk Derneğini kuruyorlardı.  1908 yılında kurulan bu derneği, ayni gayeleri takip eden Türk Yurdu izliyordu (1911). Türk milletinin tarihini, dilini, edebiyatını, etnolojisini, sosyal ve siyasî problemlerini araştırmak ve halletmek gayesini güden bu derneğin faaliyetleri kesintisiz olarak l933 yılına kadar devam edecektir. Emrullah Efendi, Bursalı Tahir, Ziya Gökalp, Tunalı Hilmi, Agaoğlu Hikmet gibi şahsiyetlerin omuzlarında gelişen Türkçülük cereyanı, 1900’lü yılların   başından itibaren yanına siyasî ve askerî kesimlerden de destek almak suretiyle olgunluk kazandı. Ziya Gökalp’in fikri birikimi, Türkçü düşüncenin merkezinde yer almasını sağladı.  1920 yılında kurulan Türkiye Devleti, bu fikri birikimin ürünü olarak tarihteki yerini aldı. Kızılelma’nın Turan olarak şekillendiği bu dönemin en büyük ve ilk safhası olan Türkiye Devleti kuruldu. Zira Turancılık üç aşamalı bir fikir sistemi olarak ortaya atılmıştır. Bunlar sırasıyla, Türkiyecilik, Oğuzculuk (Türkmencilik) ve Turan (Türk Birliği)dir.  Turan Devleti fikrinin savunucularından biri olan Ömer Seyfettin, devletin yönetim sekli olarak ilhanlığı teklif eder.  Ayni fikrin sonraki temsilcilerinden biri olan Necip Fazıl Kısakürek’le, Büyük Doğu Devleti olarak isimlendirilir. 1920’de tamamen Türk millî düşüncesi üzerine kurulan yeni Türkiye Devleti, ikinci Dünya Savaşı’na kadar bu temel felsefe üzerinde hayatiyet bulur. 1940’li yıllarda İyici filizlenen bu düşünce, döneminde birçok şahsiyetin yetişmesine ve fikrin yayılmasına vesile olur.

Kızılelma’nın Türk milletinin manevî besini olduğunu söyleyerek bunu Turan fikri ile kuvvetlendiren Nihal Atsız ve 1960’li yıllardan itibaren Kızılelma, Turan fikrini Türk politik çevrelerine taşıyan ve doktiriner bir çehresi olan Alparslan Türkeş. Millî devlet-güçlü iktidar sloganıyla kitlelere aktarılan düşüncenin ilk safhası güçlü bir Türkiye Devleti idealidir.  Tamamen inkılapçı bir ruha sahip olan siyasî görüş, Dokuz Işık doktrini ile güçlü ve bulunduğu konumda çevresinin güç odağı olan Türkiye Devleti’ni gerçekleştirmek gayretindedir. Nitekim yüzyılımızın son çeyreğinde dünyada olan gelişmeler bu fikrî ve siyasî görüsün haklılığını ispat etmektedir. Millî ülkü olan Kızılelma, Türk birliğinin, yani Turan’ın tesisidir.  Bunun birinci dönemi bağımsızlık, ikinci dönemi birlik, üçüncü dönemi ise fetihler dönemidir. Buradan hareketle denilebilir ki, tarihî dönemlerden itibaren tecrübelerle sabit olan Türk birliği fikri, günümüzde yeniden hayat bulmuştur.  Özellikle yetmiş yılı askın bir süredir Rus egemenliğinde yasayan Türk gruplarının bağımsız devletler olarak dünya devletleri içinde yer almaları, başka Türk gruplarının şimdilik federasyon yapısı içinde yâri bağımsız olmaları ile basta Türkiye ile olmak üzere Türk devlet ve toplulukları arasında başlayan is birliği, Türk’ün Kızılelma’sı olan Turan’a giden bir yol olarak görülmektedir. Ulaşılması gereken hedef, mefkûre olarak anılan Kızılelma, zaman zaman coğrafi yerlere isim olarak verilmiştir. Bu yer veya varılması gerekli coğrafyalar Macaristan, İstanbul, Roma, Engirüs, Viyana gibi beldeler olmuştur. Ancak sadece coğrafi yer, ulaşılması, fethedilmesi gerekli belde olmaktan çok, Kızılelma, Türk milletinin hedefi olarak zihinlerde yer etmiştir. Zaman zaman bir devlet olma ideali olan Kızılelma, çoğu kez Türk birliği idealinin ismi olmuştur. Bugün de Türk milletinin birlesem ideali, Turan Devlet fikri olarak yasamaktadır. Görüldüğü gibi Kızılelma konusunda netice olarak şu söylenebilir; “Türkler için Kızılelma, üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan idealler veya hayallerdir.”

Ne Mutlu Türküm Diyene

Kaynak: Ötüken

 

e – Posta:   HasKurt ÖzKurt

Bu site  HasKurt  ÖzKurt  Tarafından  hazırlanmaktadır